Araştırmacı, eğitimci - gazeteci, yazar Oğuz Özdem'in 'Yaşanmış Nevşehir Hikâyeleri' kitabının 2.si yayımlandı.

     Yazar Oğuz Özdem’in; Şiirlerin Adı Yok, Biz Vatanımıza Hasret Öldük Yavrularım, 1913 Nevşehir Salnamesi, Nevşehir Mektepleri, Dört Hikâye, Anılarda Nevşehir, Anne N’olur Artık Ağlama, Nevşehir Hikâyeleri-1 ve Nevşehir Hikâyeleri-2 kitabıyla birlikte 9 kitabı okuyucularla buluşmuş oldu.

    Yazar Oğuz Özdem Nevşehir’in bilinmeyen tarihine ışık tutmaya devam ediyor. Kentlerin hafızasına yönelmek, yorucu ve zaman alan bir süreç gerektirir. Toplumun neler yaşadığını uzun uğraşlar, inceleme ve araştırmalar sonucu ulaşılması, özellikle de tarih içinde yaşanılan yerine göre de önemli olaylardan kesitler sunuluyor olması çok emek ister. Nevşehir Hikâyelerini okuyunca tarih bilgisi, zaman, mekân, insanlar ve olaylar göz önüne alındığında taşrada yaşayan yazarların ne şartlarda ve neler yaşadıkları, karşılaştıkları güçlükler daha iyi anlaşılacağı görülebilir. Taşralı yazarları bir toplumun hafızasını gün ışığına çıkarmadaki emekleri bugün olmasa da yıllar geçtikçe daha önem kazanacak ve okuyucularca da daha iyi anlaşılacağını düşünmekteyiz.

   Yazar Oğuz Özdem Nevşehir üzerine kaleme aldığı hikâyelerinde Şeriye Sicillerinden yararlanmakla birlikte kaynak kişilerle görüşerek, duyduğu bir yer adından, bir olaydan veya hikâyeden yola çıkarak ve tarihi dönemleri de araştırarak aslında bu alanın hiç de kolay olmadığını hikâyeleri okuyunca anlayabilirsiniz.

    Sonçağ Kültür yayınlarından Ocak 2019 da yayınlanan serinin ikinci kitabında; Kocaoğlan, Bir Acayip Sandık Hikâyesi, Alemli’nin Sancağı, Sürtüğün Bayırı, Ayşe’nin Yeşil Sandığı hikâyeleri ve Şehrin Meddahları yer aldı.

    Kocaoğlan hikâyesi; Nevşehir Göre kasabasından Hamdi Sucu isimli bir öğretmenin babası Kör Abdullah’ın başından geçen olaylar anlatılıyor. 1912 yılında askere giden Davutoğlu Mustafa, Karacaoğlu Mustafa ve Muçuoğlu Abdullah birbirlerinden hiç ayrılmadan on yıl süren Balkan savaşları, Kut-el-Amare savaşı Birmanya (Burma – Arıkan) esareti ve Büyük Taaruz esnasında Çiğiltepe ile son bulan çok zor denilebilecek inanılmaz hikâyelerini konu edinilmiş. Savaşlarda ne denli zorluklarla karşılaşıldığı, üstelik bir de esaret yaşanması ve savaşın olumsuz şartları da düşünüldüğünde yaşadığımız toprakların önemini daha iyi kavramış oluyoruz. Tarihi yaşayarak yapmanın tarih yazmaktan ne kadar zor olduğu gerçeğini yazarken de daha sarih bir şekilde görülmektedir. Tarih kitaplarında da tarihler, olaylar, şahıslar, yerler, mevkiler ve savaş stratejisi topyekûn düşünüldüğünde tarihi olayları yazmanın zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Yazar özellikle bu hikâyeye tarihsel olaylar ve durumları nedeniyle büyük emek vermiş.

    Bir Acayip Sandık hikâyesi: Gülşehir ile Avanos arasında geçen kaza olmak mücadelesini adeta yaşar gibi olacaksınız. Hikâyede her şey Gülşehir’i kaza yapan Silahtar Mehmet Ağa’nın vefatından yani nüfuzunun kaybolmaya başlamasından sonra başlıyor. I.Abdulhamid dönemi bitip II. Abdulhamid dönemi başlayınca etkili yerlere gelen Avanosluların bu ilçenin yeniden kaza yapılması mücadelesi işte bir sandık hikâyesiyle başlıyor.

     Yazar Oğuz Özdem, Karavezir Paşa’nın Damat İbrahim Paşa’ya nispet yapar gibi önce Arapsun adını Gülşehir olarak değiştirdiğine, sonra da Nevşehir’deki gibi bir külliye yaptırmış Caminin adını bile Kurşunlu Cami koymuş ancak aradan geçen yıllar gittikçe büyüyen ve gelişen Avanoslular Gülşehir’e karşı farklı tutum sergilemeye başlamışlar. Gülşehir’in kazalığı istememişler Avanos’un da kaza olmasını istemişler. Avanos’un kaza olmasını istemesinde 2. Abdulhamid döneminin başlamasıyla birlikte devlet kademelerinde Avanosluların iş başına gelmesiyle etkili oldukları görülmektedir. O yıllarda kazalara ait oldukça öneme haiz İlçeyi bir bakıma temsil eden Mal Sandıklar vardır. Gülşehir ve Avanos arasında sürüp giden bir sandık hikâyesini merakla ve heyecanla okuyacağınızı umuyoruz.

Alemli’nin Sancağı: Günlerden bir gün Karamanoğlu Beyliğinin Sultanı Kasım Bey’in ordusu Kayseri’den Konya’ya geçerken yolu Ürgüp’ten geçer, burada mola veririler. Sancaktar Saltuk Bey atıyla bir dükkânın önünden geçerken dükkânın duvarında asılı duran bir kılıç dikkatini çeker. İşte o kılıçla birlikte sancağın hikâyesi de burada başlar. Dükkandaki Ali  Saltuk Bey’in yanına verilir. Daha sonraları Silifke’den yola çıkan ordu Mut’taki Beyliklerle birleşip Konya’ya doğru yola çıkıyordu ki bu çevrede savaş başar. Çarpışmaya girilmeden Saltuk Bey kendine güvendiği Ali’yi yanına çağırır sancak emini kâğıdını koynunda sakla der. Çarpışmada Saltuk Bey kanar içinde yerde yatmaktadır. Ali’ye sancağı işaret eder yere düşürmemesini söyler.

   Kasım Bey’in ölümü neticesinde yerine Mahmut Bey geçer. Mahmut Bey bir Osmanlı düşmanı olarak bilinir. Osmanlılara karşı Memluklar yanında yer alması nedeniyeşe Sultan Beyazid tarafından azledilir. Azledilme sonrası da Mahmut Bey Sancaktar Ali’yi yanına çağırır ve sancağı kendisine emanet eder ve saklamasını söyler. Alemli Köyündeki Sancak ve ilginçlikleri bu hikayede bulacaksınız.

Sürtüğün Bayırı: Bir Ortodoks Rumla ile Ermeni genç kızın aşklarını konu alan bir hikâye. Hikayenin dramatik yanına etkisi de Ortadoks Rumların Katolik ve Protestan Ermenilerden haz etmemeleri dolayısıyla Yorgo ile Zapur arasında geçen imkansız aşkı konu alıyor. Yorgo ile Zapur ata binerler ve atı Erciyes’in doğu tarafından sürerek Deve’liye, oradan da Niğde veya Nevşehir’e geçebilmek. Nevşehir’e geliyorlar. Meyhaneci Marujyan bu iki gencin izini sürer ve o da Nevşehir’e gelir bir hana yerleşir.  Burada şeytani bir plan yapar Ermeni bir kadının fahişelik yaptığını, dostuyla buraya kaçtığı, önüne gelen her kişiyle ilişkiye girdiğini yayar. Ve sonra şehir bu söylentiyle çalkalanır. Adı sürtüğe çıkan Zapur ve aşkı Yorgo çok zor duruma düşerler. Marujyan bununla da kalmaz silahını çekip iki gence ateş eder. Ne Ortodokslar ne de Ermeniler iki gencin ölüsünü mezarlarına kabul etmezler. Sürtüğün Bayırı neresi derseniz, hikâyeyi okumanızı öneririm.

Ayşe’nin Yeşil Sadığı: Bir çeşme başında su doldurmak için Ali ile Ayşe’nin buluşmasıyla duygusallık başlar. Bu yakınlaşma daha sonra mezhep farklılıklarına rağmen evliliğe dönüşür ve düğün yapılır. Bu hikâyenin devamı türküye konu olmuştur. Türküden bir bölümle iktifa edelim:

“Ayşe’min yeşilsandığı,

Daha elimin değdiği,

Hiç aklımdan çıkmıyor;

Kapılıp sele gittiği.”

Bu ağıdı Refik Başaran 1930’larda türküleştirmiş ve plaka söylemiş. Türkü sevilmiş ve dinlenmeye başlanmış.

Şehrin Meddahları: Bu bölümde yaşanmış olaylardan alınmış komiklikler, fıkralar yer almaktadır. Şehrin Meddahlarında 14 yaşanmış fıkraya yer verilmiş. Kaynak kişiler de kitapta belirtilmiştir.

      Oğuz Özdem’in ustalıkla kaleme aldığı ve uzun araştırmalar sonucu büyük emekler verdiği Yaşanmış Nevşehir Hikâyeleri -2- ayrıca tarih bilgisi de gerektirir. Güzel ve başarılı bir eser. Özellikle Oğuz Özdem Nevşehir kültürüne yaptığı araştırmalarla önemli katkılar sağlamaya deva ediyor. Bu anlamda unutulmaya yüz tutacak yaşanmışlıkların hikâyeleştirilerek kayıt altına alınması açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zaman kaynak kişileri de yok edecektir. Bu bakımdan hikâyelerin günümüze taşınmasında Özdem, önemli bir kamusal görevi icra etmektedir. Nevşehir Hikâyelerini okumalısınız, diyorum.