Türk kadını, Türk tarihinin her aşamasında erkeğinin yanında olmuş, yanında durmuştur. Erkeklerinin yanında her türlü sorumluluğu paylaşmıştır.
Türk kadını bu topraklar için, evi, ailesi, ocağı için ter dökmüş, çalışmaktan elleri nasır bağlamış, evlatlarını topraklarında yetiştirmiş, büyük fedakarlıklar içinde büyümüştür.
Türk kadını, çocuklarını en iyi bir hâl içinde büyütmek için her türlü zorluklara göğüs germesini bilmiştir.
Allah, kadının çocuklarını karnında dokuz ay taşıttırmış, yavrularını en iyi yetiştirmesine, cefakarlıklarına, her türlü zahmetlerine karşılık cenneti ayakları altına sermiştir.
Annelik, analık mukaddestir. Görevini, layıkıyla, hakkıyla yerine getiren her kadın baş tacıdır.
Anadolu Kadınları misafirlere yemek hazırlamada, savaş olduğu zamanlarda askerlerin ihtiyacı olan elbise ve savaş malzemelerinin bakımında, onarımında, dikiminde yardımcı olmuşlardır.
Tarihte Anadolu kadınları teşkilatları kurulmuş, bu teşkilat üyesi kadınlara şu telkinde bulunurlardı. “İşine, aşına, eşine sahip ol.” Bu söz Ahi kadın teşkilatının ana ilkesi haline gelmiştir. "İşine sahip ol"; yani bilge ve becerikli ol ki, evinin düzenini koruyabilesin. Tasarruf et, fazla savurgan olma ki, ocağın devamlı tütsün. Eşine sahip ol ki, evine bağlı kalsın. Bu ilkeler ışığında Anadolu kadınları daima bu düsturlara bağlı kalmışlardır.
Anadolu kadınları sadece aile hayatında değil, sosyal hayatta da yardımlar yapmışlar, ekonomiye önemli katlı sağlayan çeşitli el sanatlarında uğraş vermişlerdir. Çadırcılık, keçecilik, halı, nakışçılık, örgücülük, kilim dokumacılık, oya dantelcilik ve kumaş imalinde ve bunlardan elbise yapılmasında faaliyet göstermişlerdir.
İbn-i Batuta seyahat notlarında Türk kadınları için şunlar yazmıştır: “Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan davranışlar arasında, burada erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır. Bazen kadınlara erkekleri ile beraber rastlarsınız ve o vakit bu adamları, onların hizmetkârları sanırsınız.” diyerek kadının saygınlığını ve özel bir varlık oluşunu bizlere aktarmıştır.
Anadolu kadını; çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu kesen, keresteyi getiren, mahsulü pazara götürerek pazarlayan, paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, kar, yağmur, çamur demeden cephenin mühimmatını taşıyan hep onlardır. Hep o ulvi, o fedakar, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur.”
Anadolu kadını başka bir ifadeye göre; Türk vatanı anlamında Anadolu’yu temsil etmekle birlikte, doğrudan ev ve köy kadını imgelerinden dönüşmüş politik bir bileşkedir.
Anadolu kadını deyince, köylü kadının hatırlanışının arka planında
önemli nedenlerinden biri de, köylü kadının kentlilere göre daha anaç görülmesi olgusudur.
Bütün bu düşüncelerden sonra günümüze gelindiğinde anne ve babaların hakları ödenmez! Ancak günümüzde özellikle kadınlara yönelik manevi ve fiziki şiddet uygulamaları maalesef son bulmuyor!
İnsanları iyi yetiştirilmeli, ailelere değer verilmelidir. Ebeveynsiz, ailesiz bir insan, toplum düşünülemez. Başta kadınlar olmak üzere aileye sahip çıkılmalıdır! Korunmalıdır!