Asırlardır şehirler cazibe merkezi olmuşlardır. Şehirlerin çekim noktasında olmasında çok farklı saikler yer alır. Her devirde eğitim, kültür ve sosyal hayatla birlikte küçük yerleşim yerlerinde aradığını veya umduğunu bulamayan insanlar çareyi şehirlere akın etmekte bulmuşlardır. Varılan o şehirler sukutu hayale uğratsa da. Ancak her şeye rağmen köyünden kasabasından çıkan bir ailenin geri dönüşü çoğu zaman bir gurur meselesine de dönüşebilmektedir. Şehirlerde hayata tutunmak bir anlamda iş bilenin kılıç kuşananın mucibince gerçekleşir. Ancak her şehre gelen ya o şehirde kaybolur; kendi kimliğini yitirir, çıkmazlara girer, bocalar ya da ayakta kalır.

Bir şehrin her anlamda ilerlemesi ve gelişmesi; kültürel, sosyal, yapısal ve ekonomik vücut bulmasıyla mümkündür. Bu bakımdan bir şehre ilticada; şehir yöneticilerinin, kanaat önderlerinin, filozofların, sanatkâr ve zanaatkârların, mimarların o şehre katkıları önemli etkenlerin başında gelir. Şehirler; geçmiş zamanların birikimini barındıran, kültür, asalet, ihtişam, zarafet ve nezaketi de taşıması sebebiyle sadece fiziksel bir mekân değil aynı zamanda yaşayan bir ruhtur da. Her şehrin bir geçmişi; tarihi olmalı, geleneği, yaşama biçimi olmalı, anıtsal yapıları, mabetleri, kültür ve sanat merkezleri, iyi bir havası olmalıdır. Bir köyü veya kasabayı medeniyetleştirip şehir yapanlar o yerin yöneticileridir. Kendi topraklarında doğup büyüyen çalışkan ve gayretli insanlar eğer kendi topraklarını seviyor ve bir şeylerin değişmesini ve gelişmesini arzuluyorlarsa şehrin gelişigüzel büyümesine bigane kalamazlar. Nitekim şehirleri şehir yapan da; bir medeniyetin temellerini atanlar da bir gaye uğruna hareket eden gönül ve dava insanlarıdır. M.Kayahan Özgür şehir kültürüne dair bir görüşünde şöyle diyor; “Bugün adı “Büyükşehir belediyesi olan pek çok yerde şehir kültürüne tesadüf etmek mümkün değilken, bir avuç sakiniyle şehir olmayı başarmış pek çok yer biliyorum. Sözün gelişi Damat İbrahim Paşa’nın Muşkara’yı “Nevşehir” adıyla mamur etmesi, orayı şehir saymak için yeterli midir? Bunun Batman veya Düzce’nin il yapılmasından ne farkı var? Bir coğrafyayı kent yapan, vali tarafından yönetilmesi olabilir; ama bir kenti kent yapan, medenileşme mücadelesidir. Ve onun tarihi etkilerini görebilmek için büyük kalabalıklara da ihtiyaç yoktur. Şehir, bir mahallin mülki-idari adı değil; tarihi ve antropolojik kökleri olan bir kültürel toplaşmanın mekânda beliren medeni sistematiğidir.”

Damat İbrahim Paşa bir nahiye konumundaki Muşkara’nın (Yenişehir anlamına gelen) Nevşehir olmasını sağlamıştır. Ferman çıkararak bu şehri ihya etmiştir. İstanbul’dan gönderdiği elyazması eserler bile Nevşehir için maddi yanını bir yana bırakalım bir hazine mesabesindedir. Kurşunlu Camii, han hamamın da bulunduğu külliye ve dükkânlar bu şehri gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ancak bütün bu gayretler bir şehrin abad olması için yeterli değildir. Ancak yüzbin nüfusuna yaklaşan bu şehir geçmiş yıllara göre yüzünü değiştirmeye başlamıştır. Nevşehir’in belediye başkanı (Niğdeli) da ilin damadı anlaşılan o ki Nevşehir damatlarını çok seviyor.

Şehirlerin gelişip büyümesinde hemşehricilik bir başka manasıyla şehir milliyetçiliği önemli bir faktördür. Ancak kuru kuruya bir şehrin kalkınması yeterli olmaz. Kalkınma her yönüyle olur. Kalkınmada en önemli saiklerden biri de medeniyeti içinde barındırmakla olur. Medeni olmak Medine olmaktan geçer. Her şehir bir medeniyet getirmelidir. Medeniyetin kendine mahsus şehirleri vardır. Önemli olan bu şehirlerde o ruhu yakalamaktır.  Batı medeniyetinde Paris, Atina, Roma, Venedik, Moskova, Pekin, Prak, Newyork sayılabilir. İslam medeniyetinin şekillendiği şehirler vardır ve bu şehirler en önemli çekim merkezleridir. Mekke, Medine, Kudüs, Bağdat, Şam, İskenderiye, Semerkant, Buhara, Beyrut, İstanbul, Konya, Bursa, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Kayseri…

Sanatçı, yazar, şair, mütefekkirleriler, devlet adamları da şehirlere anlam katmışlardır. Adı şehirlerle anılmışlardır. Fuzuli, Nedim, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Orhan Veli, Sezai Karakoç, Atilla İlhan, Ahmet Arif… Batıda da Balzac, Victor Hugo, Dickens, Tolstoy, Dostayevski, Baudleara…

Sanatçı, yazar, şair, mütefekkirleriler ve devlet adamları kalbini kendi şehrine yaslamalı ve ruhunu onun ruhuyla meczedmelidirler. Şehirler ruhunu kaybetmemelidir. İslam medeniyetinin hadimi şehirler insanlara bütün yozlaşmalara rağmen etkilemeye devam eder. Şehirler bilim, kültür ve sanatın merkezi olmalıdırlar. Kendi ruhunu kaybetmekte olan şehirleri ifade etmeye dilimiz varmıyor.  Devlet adamları ve yerel yöneticiler çarpık kentleşmeye, çıkar mahfillerine dur demelidirler. Günübirlik, göz boyamayı kendinden marifet bilen, yapbozdan başka bir marifeti olmayan yerel yöneticiler şehirlerin var olan değerlerini göz göre yok etmektedirler. Halk er ya da geç o pek muhterem zatların (!) cezasını verse de olan şehirlere oluyor. Yıllar heba olup gidiyor. Bunun da zararını topyekûn toplum çekiyor. Popülist yaklaşımlar şehirlerin ruhları için büyük bir sancıdır.

Bu bakımdan yöneticiler, manevi sarsıntılar içinde bir sığınak olan; tarihi ve estetik değer olarak İslam medeniyetine yönelmelidirler.