Dört aylık askerdim. Bütün askerleri eğitim alanına topladılar. Rütbelilerin tavır ve davranışlarından önemli bir şeyler oluyor düşüncesine kapılmıştık. Nitekim bölük komutanımız Aslan yüzbaşı bizlere hitap etti. Ancak yine de tam açıklıkla konuşmadı. Daima hazır kıtada olacağımızı söyledi.
Koğuşlarımıza geldik. Potinimizi çıkarmadan M1 tüfeklerimizle birlikte ranzalarımıza uzandık.
Akşam saatlerinden itibaren karartmalar başladı. Işıklar katiyen yakılmayacaktı, emre kesin itaat edilecekti. Hava adeta zindan gibiydi. Gökyüzünde uçan uçakların uğultusundan başka çıt sesi çıkmıyordu.
Bir iki günü sıkı denetim ve tedbirle geçirdik. Sonra usta asker olduğumuzdan acemi erleri bölüğümüze ait olan anfinin etrafına sevk ettik. Beton direkleri oyulan çukurlara dikiyor, bir yandan da dikilen direklerin betonları henüz kurumadan tel örgüleri çekiyorduk. Bu işi aceleyle yapıyorduk.
Anfi briketlerle ikiye bölündü. İki ayrı portatif tuvalet yapıldı. Celseler şehirden politize olmuş parti ve dernek üyesi veya sempatizanı gençleri getirmeye başladılar.
İkiye bölünen cezaevinin ilk tutuklusu bir bayandı. Hafta sonları çarşı iznine çıktığımızda Ülkü Ocakları Derneği'ne de uğradık. Dernekte tanıştığımız kişilerde vardı. Ancak cezaevlne getirilen bu bayan bir devrimciydi. Bu bayana tek kişilik bir bölme yapıldı. Sonra gözaltına alınan gençler gelmeye başladı. Dernekte tanıdığımız kişilerden dolayı kimin Ülkücü ve kimin de Devrimci genç olduklarını anladık.
Sanırım ihtilalden iki hafta sonra falan askerler üzerindeki otorite biraz esneklik kazanmıştı. Bu durum ordunun ülke genelindeki hakimiyetine bir işaretti. Fakat her şeye rağmen ihtilali kavramakla birlikte ülkemizde neler olup bittiğini bilmiyorduk. Çünkü televizyonların izlenmesi yasaklanmış ve el radyolarına da el konulmuştu.
Cezaevine çevrilen anfideki Devrimcileri ve Ülkücüleri cemselerle alaydan götürdüler ve cezaevlerine naklettiler.
Anfimiz eski haline geri dönmüştü artık. Bir çavuş dostumuz bizi çağırdı. Dört beş arkadaş gizlice anfiye gittik. Anfide havan topları vardı. Havan toplarından birinin namlu ağzındaki kapağına elini uzattı. Kapağın kenarında duran ipi tuttu ve çektiğinde bir el radyosu gördük. Kimselere söylemeden normalleşme süresine kadar haberleri dinledik.
12 Eylülcü Cuntacıların neler yaptıklarını ve siyasi liderlerin durumlarının ahvalinden de haberdar olduk.
O günlerde Cuntacılara karşı beslediğimiz öfke kuvvetinden bir şey kaybetmedi.
Bizler ihtilal olduğunda askerliğimizi yaptığımızdan dışarıdaki gençlerden ve arkadaşlarımızdan çok şanslıydık.
12 Eylül Cuntası ülkemizin gençlerinin gözyaşlarına, acılarına, mağduriyetlerin hiç bakmadılar, acımadılar. Görevini ifa edenlerin çoğu vicdansız, sadist ve kansızdılar!