Hayat, insandan insana farklı yaklaşımlar sunar. Kimine çok cömert yaklaşır. İster ki ömrü gülşen içinde geçsin, şen olsun yüreği. Mutlulukları doya doya yaşasın. Hayatın hazzını sonsuza dek yaşayabilsin.

     Hayata gülen gözlere ne kadar yakınsınız?

     Ne kadar yakından baktınız veya bakabildiniz?

     Bazı gözlere bakmak büyük cesaret ister. Bunu kabul edelim. Ama hayatın çapkın duraklarında gezinenler bu hususta çok rahat olabilirler. Ama gülen gözleri ne kadar görebilirler?

     Bir kez daha kim bilir bakmak ve görmenin ikileminde kendimizi bulacağız?!..

     Bu muhal soru ince ayrıntılara takılmadığımız sürece bizi hep meşgul edecektir.

     Gülen gözlere bakmak kadar asaleti dünyamıza sirayet eden gözlerin; anlamlı, ağır ve derin izler bırakan ziyası da bizleri bir o kadar yoracaktır. Zira güzele, iyiye, ağır duruşlara yaklaşmak cesaret isteyeceği gibi sizde de o ağır duruşu görmek isteyecektir. Meyve dalında olgunlaşmadan bir değeri olmaz. Tadı olmaz. Kısacası hazzını anbean yaşam gerekir.

     Mutluluğu, görülenin duyulanın daha da gerisinde aramak gerekir. Geçici ve yalın yaklaşımlar insanı oyalar sadece. Biz de bunu mutluluk sanırız.

     Mutluluk; hayatın bütün en değerli anlarını bir yekûndan ziyade yaşayabilmektir. Geçici, sıradan kısa mutluluklar bizi nereye kadar ve nasıl götürür?

     Düşünmek gerekir…

     Farkında mısınız bilmiyorum, mutlulukları hep kederlerde arıyoruz. Acıların içinde yoğrulmak, bir mide sancısı çekercesine çekmek bize çok tatlı gelir neredeyse.

     Gözlerinizi kendi içinize çevirin!

     Duygularınızı tahlil edin!

     Kendinizi eleştirel yaklaşın! Ne yaptığınızı sorgulayın ve kim olduğunuza bakın!

     Sahi kimiz biz?

     Acı çekmeyi bu kadar arzu ettiğimize, özlediğimize, yaşamak istediğimize göre…

     Bir mozişt mi?

     Yoksa bir sadist mi?

     Acılar içinde kıvranmak/Ulaşamadığımız bir sevda masalında/Karaları kaybettik zindan kuyularının derinliklerinde.

     Artık bizi ne ıssız çöller yakıyor ne de cehennem sıcağı…

     Ama yandıkça yanıyoruz. Nasıl yanmadır bu, bunu bile kestiremiyoruz. Ama alev alev yanıyoruz. Ve bu yanmalar içinde kelimeler kifayetsiz kalıyor.

    Sözün özü; çileye aşina olmaktan öte acılar bize ilaç gibi geliyor. Gözyaşları pınarların ışıltılarını andırıyor. Ağladıkça mesut olacağız, güldükçe kahrolacağız.

    Bunda bir iş var!!!

    Ama ne?

    Kan çanağına dönen gözyaşları(!) arasında hayata nasıl güleceğiz?

    Sevmek ve sevilmek şarkıları uğruna kendimizi harap etmeye devam edeceğiz. Bunu da hayata gülmek için değil, acılar içinde mest olmak için yapmaya devam edeceğiz.

    Artık bunda mutabık kalmalıyız: Acılar mutluluğumuzdur. Hayata gülüşümüz hep bu acılarda gizlidir.

     Aklınıza ne gelirse bir düşünün!

     Şarkılar, türküler, tiyatrolar, oyunlar, filmler, diziler ve hatta komediler bile acı tütüyor!

     Nasıl bir acıdır bu Allahım!

    Müşfik, seven, okşayan, yüzlerde gerçek mutluluğu bulamıyoruz. İlle de acılar içinde kıvranırken gülmek istiyoruz.

     Sevgiyle bakan gözlerimiz sahi ne zaman gülecek?