Şair yönüyle tanıdığımız Selim Tunçbilek’in Davet isimli çalışması romanda da ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Kitap bir solukta okunacak akıcı dili ve kendine has üslubuyla dikkat çeken bir romanıdır.
Davet; bir insanın askerler tarafından alınıp önce ilçe Jandarma karakoluna sonrada adliye binasına götürülmesiyle başlıyor. Burada roman kahramanının gözünden gözlemler ve ayrıntılar anlatılıyor. Roman kahramanı kendi yaşadıklarının ayrıntılarını içselleştiriyor. Kendi hayatını, yaşadıklarını ve karmaşa durumlarını irdeliyor. İnsan hayatının çok az bir kısmının kendi iradesi ve çoğunun da başkaları tarafından şekillendiğini hayret ve acı ile yüzleşmeyi romana adını veren “Davet” ile başlıyor. İnsan bir kere kendi başına gelen olumsuz sürüncelemeler de kalacağını düşündüğü durumlar nedeniyle endişeler ve korkular taşır. Belirsizlik tedirginlik verir ve bu durum çileye, acıya dönüşebilir. Roman, böylesine kendisini bir durumda bulan kahramanın analizlerine ayrıntılı bir şekilde yer veriyor.
Romanı okumaya başladığımda Selim Tunçbilek’e, “bu roman Kafla’nın “Dava”sını andırıyor demiştim. Romanda yer yer Kafka’nın Dava’sında yer alan Josseph K.’ya atıfta bulunur. Tunçbilek’se romanıyla ilgili olarak Kafka’ya bir eleştiri, bir tepki anlamında yazıldığını belirterek şu düşüncelerini aktardı, “Bütün ilimler “özü” önceler. Yalnızca hukuk özü zedelememek için öze doğru yöntemlerle yaklaşmak gerekir, der ve usulü önceler. Gerçek bir hayattan kesit sunarak hukukun bu tutumunun hukukun kaynağı olan vicdanı nasıl kanattığını düşünenlere göstermek ister.
Hukuk hayatımızın her alanına istediği anda, istediği yöntem ve teknikleri kullanarak müdahil olabilir mi, yoksa hukukun da sınırlanması gereken bir alanı var mı? Sorusu üzerine insanlığı düşünmeye davet eden bir eser.” (sh.96) Yazarın bu düşüncesi kendine romanda da yer bulan bir ifadeyle şu soruyu sorar; “Toplumun vicdanı dediğimiz hukuk, benim vicdanımın rahatlığı için vicdanımı ve ruhumu yeniden acıyla kanatmaktan mı geçiyordu?” Roman vicdan ve yasa arasında sıkışan bir anlayışı sorgular, tespitlerde bulunur ve yukarıdaki düşünceleri yine sorularla ve mülahazalarla irdeler; “Yasalar sadece güçsüzlere karşı onların güçsüzlüklerini vurgulayan ve belirginleştiren düzenlemelerdi.
Yasaların yeryüzünde doğuşları da zaten varlığı ve mülkiyeti korumak için olmamış mıydı ki? Asla mülkiyetin ve varlığın adil paylaşımına hizmet etmeyen yasaları halk zorlaya zorlaya ona doğru götürmeye başlamıştı. Adalet herkes için gerekli ve hayatın en göze çarpmayan ışığıydı. İnsanları bir arada tutan yegâne güç adalettir. Adaletin kaybolduğu yerden insanlarda kaçarlardı. Adliyelerde adalet aramak için girenlerin sayısı ne denli artarsa o ülkenin insanları kendilerini o denli güvende hissederlerdi.” “Dava” ile “Davet” arasında ayrıntılar açısından bir fark olsa da “Dava”, “Davet” kadar kendini rahat okutmuyor. Her iki roman insanın yaşadıklarının birer psikolojik yansımaları ve benzer bir olaydan yola çıkıldığı görülse de “Davet” bizden birini anlatıyor. Tanıdık, bildik mekânlar ve anlayışlar itibariyle sıcak bir okuma tadı bırakıyor.
İnsanın kendi iç hesaplaşması, dün yaşananlarla bugünlerin kıyaslanması; acı ve mutluluklarla sorgulanır; “Hangi elem ve acıların bize mutluluğu, hangi sevinç ve neşenin bize kederler getirdiğini ayırt edebilmemiz, anlayabilmemiz hayatın hızlı telaşı ve kaygısı arasında mümkün olmaz”, denilir.
“Davet” adaleti tesis veya yok eden (!) makamla yüzleşme adeta sanrılar bir hal içinde verilmektedir. Gerçeğin bir yüzünü ifade eden bu roman da ve gerekse gerçek hayatta insanlar kendilerini çok az yönetebiliyorlar. Bu bakımdan yazara göre insan hayatta en beceriksiz bir çırak gibidir. İnsan hayatında bir yere götürülünce, götürülen o kişinin aklına pek çok ihtimaller gelir ve kendi bir yandan olumlu bakarken, diğer yandan da akıbetinin ne olacağını bilmediği, tedirginlik içinde olması nedeniyle olumsuzluklar birer vehim olarak kişiyi rahatsız eder.
Romanda ayrıntılara, gözlemlere dayanır. Roman kahramanı, belirsizlik içinde karakolda sehpanın üzerine konan bir dergide yer alan jandarmanın başarılarını anlatan yanlarını düşünürken bile, bu başarıdan yola çıkarak alegorik başka olayların aslında görüldüğü gibi olmadığına da vurgu yapar. Emekli olan memurların bile emekliliklerinde aralarında görev yaptıkları yerlerin önemi açısından gayri meşru olarak soygun, vurgun ve talan olması gerçeğini de aka getirir. Kitapta bu tür ayrıntılara da yer verilir. Aslında her şeyin hiçte göründüğü gibi olmadığıdır. Bir yanıyla da görünüş daima aldatır gerçeğini işaret eder. Bu bakış açısı yazara bir gerçeği ifşa eder; yasaların sadece güçsüzlere karşı güçlü oluşu…
Adliyeye getirilen roman kahramanı Avukat Candan ile karşılaşır ve tanışır. Avukat, kahramanla geçmişte tanıştıklarını söyler, duygusal bir yakınlık olur. Sık sık kendi iç hesaplaşmasını yapan roman kahramanı evli biri olarak Avukat Canan’a karşı beslediği yakınlıktan dolayı düşüncelerinin iğrenç olduğu duygusuna kapılır. Adliye salonunda askerden bir sene önce gelen köyden anne ve babasıyla birlikte, yurtdışında bulunan bir kızla uzun süre nişanlı olan sonra da kâğıt üzerinde evlenip yurtdışına gitmeyi düşünmüşler. Oğlan askere kız Almanya’ya gitmiş Dört ay sonra da yurt dışı daveti… Bu olaydan yola çıkılarak adliye bina duvarlarına sinmiş acıların, sızıların çeşitli suç ve suçsuzların izleri, hikâyeleri ifade edilir. Acı ve gözyaşlarına dikkat çekilir Bu tür vurgulamalarla insanların psikolojik olarak yaşadıkları duygusal gerçeklikler sergilenir. Bu yönüyle yaşanmışlıklar içselleştirilir. İnanan bir toplumda birbirleriyle bağdaşmayan olumsuz insan hayatları, çelişkiler, düzensizlikler aşağılayıcı bulunarak din, iman ve vicdanla örtüşmediği, ayıplanması gereken bir olgu olarak herkesin sorumluluk içinde olması gerektiği belirtilir. Roman bu bakımdan toplumsal bir duyarlılığı da içinde barındırır. Yapılan tespit ve vurgulamalar, imalar insanların yaşananlar karşısında sessiz kalmalarına, duyarsızlıklarına da bir tepki niteliğindedir.
Adliye binasında çocuğun anlattıklarını özetleyen; insanlar istemedikleri şeyleri bazen hayatta yaşayabiliyor” ifadesi ile kendi durumu arasında bağ kurar ve bu durumu kendi halini özetlediğini belirtir.
Avukat Canan roman kahramanıyla 2004 yılında bir şiir şöleninde tanıştığını söyler. Öğle arasında avukatın evinde yemek yerler, sohbet ederler. Bu haliyle gerek mekân tasviri olarak Kayseri’nin yer alması ve şiir şölenine vurgu yapılması, yakın zamanı tasvir ve tespitin arka planında romana gerçeklik katar, yaşanmış bir hayatta seçilmiş kanaatini hissettirir.
Romanda geçen kahramanın hayatından kesitleri sabah başlıyor, mesai saati sonuna doğru mahkeme salonuna alınıyor. Mahkemeye getirilme durumu ise davet edilen kişinin ölen kızı için eşinden davacı olup olmadığıdır.
Toplumsal vicdan yani yasalar roman kahramanının gözünde sabahtan akşama kadar yaşadığı psikolojik rahatsızlıklar aile huzurunu yapıcı özelliğini yitirip yok edici bir duruma bürünüyor. Kahramanın bir gün içinde yaşadığı bu mahkeme davetinin hikâyesi romanla aynileştirerek hikâyesini kaleme alınmıştır. Bir yönüyle bir novella olarak adlandırılabilecek bu kitabın en çarpıcı özeti belki de şu sözler olacaktır: “Dünyada hiçbir adalet sistemi gösterilemez ki adaletsizlikte sağladığı başarıyı adalette de sağlayabilsin.”
Roman kahramanı sabah eve kahvaltıya ekmek almak için evinden çıkar, adliye binasına kadar uzanan yorucu ve uzun bir gün geçirir. Adliyeden ayrılır, bir kaza sonucu ölen çocuğuyla dolu duygular içinde akşam vakti eve gelir. Eşi kendisine nerede olduğunu sorunca da yaşadıklarını anlatmanın bir romana sığacak kadar büyük olduğunu, yaşadıklarını yazacağını ve yazınca okumasını söyler ve roman böyle biter. Roman nehir roman olmanın işaretini de verir.
Selim Tunçbilek’i oldukça başarılı bulduğum romanından, anlatımdaki Türkçesinin duruluğu, sadeliği ve konuya hâkimiyeti nedeniyle kutlarım. “Davet” ilgiyle okunacak bir romandır.
* Davet, Selim Tunçbilek, roman, 126 sayfa, Şiir Vakti yay.2. Baskı 2017, Kayseri.