İnsan bir yanıyla anlaşılmakla birlikte pek çok yönüyle de muammalar taşır. İçinde çok farklı düşünceler barınır. Bu düşünceler yeri geldiğinde kendini gösterir. Kişinin bir yanını, zayıf ve güçlü bir tarafını da açığa çıkarır.
Her insan yeri geldiğinde kendinden beklenmeyen hareketleri, davranışları yapması da adeta mukadder gibidir. Mizac, huy, itiyatlara engel olmak çoğu zaman mümkün değildir. Bazen bir ruh hali bir bakarsınız bir lahzada duruluverir, bazen de durgun ve olumlu, sakin görünen bir ruh hali de adeta aniden canavarlaşıverir.
İyi karakterlilerin zarar görmesi, çevresindekileri de olumsuz etkiler. Üzülerek ifade etmeliyiz ki: iyi gören, iyi duyan iyi düşünen, ince ve güzel zarif kişiler aramızdan gittikçe azalıyor. Onların yokluğu yaşadıkları toplum için büyük kayıptır.
Bir insanın iyi, doğru, dürüst olmasını idrak edebilmek o kişinin yek pare bir yanını düşünerek, vehmederek karar vernemelidir. Zira eğer o kişide yüreğinin derinliklerinde bir miktar yer tutan haset, öfke, kin gibi duygular zamanı geldiğinde, yüreklerinden, ruhunun derinliklerinden kalan bu düşünceler bir menbağadan sızan zehirli bir suya benzer. İnsanın denetimine konulamayacak setler bu hal içindekilerin duygularını nasıl da bir fikirle cereyan ettirir.
Zaman zaman mesut olmaya çalışan bu tür kimseler aile içindeki saadeti de, hayatlarının kopukluğuna paralel olarak neredeyse bir pamuk ipliğine bağlı gibidir. İşte o ip koptuğunda hüsranın yanık ezgileri her yanı inletir. Bu tür kimselerin bahtiyarlık sermayesi pek çabuk tükeniverir.
İnsan kendisine sormalıdır; ben nasıl biriyim, ne olmak istiyorum ve şu halde nasıl biriyim?
Bahtiyarlık gelgeçlere bağlı bir anda kopuverecek bir sermaye midir, yoksa kendi içinde koruduğu, güven veren yaşama biçimi şekillendiren bir öz müdür? Vakıa şu ki her insanın içinde bir yanardağ vardır. Bazıları aleni, bazıları ise saklı. Fakat insan bu içindeki yanardağını kimler nasıl hissediyor, harekete geçiriyor veya geçirmiyor! Onun tahripkar yanını, dışa vuran tepkilerini kimler nasıl ve ne şekilde bastirabiliyor? Bu arızi haller içindeki maneviyata yayılmış bir hastalıkla hane halkını da zehirler.
Çatkın duran kaşlar, bir musibete kapı aralayacak vaziyetteki dudaklar, onu karşılamaya evvelden hazır, sabır azminde olmalıdır. Aksi halde bu hal içinde bir gidişat dahi vuku bulabilecek günaha, günahlara karşın affını dilemek dahi kişiyi nefsine, obilecek daha da vahim olumsuzluklara kafi gelmeyebilir ve bu olumsuzlukları katmerleştirebilir.
Kişi yeri geldiğinde musibetlere göğüs germesini bilmelidir. Münasebetleri sukuti hayale uğratmamalı, sabrın ağırbaşlılığıyla temkinli olmalıdır.
Sevgi duyan, hürmet eden ve edilen sevgiyle anılan biri olmak, kötü düşünce ve fiillerden silkinmeyle, arınmayla, manevi hayatın haz veren kollarına atılmakla mümkün olabilecektir.
Kişi öfkenin cinnetine kapılmamalı, hastalıklı bir ruh haline tutulmadan marazi haletin buhranlarına bulaşmadan sevgi, sadakat ve bağlılıkla aile içindeki bağları kuvvetlendirmelidir.
Kişi kendini, rabbini bilmeli, insanları iyi tanımalı, varoluşunun hikmetini, gayesini ve esarını idrak etmeli, iyi ve güzel yaşamayı kendine gaye edilmelidir. Hem dünya hem de ahirette iyi ve güzel yaşama her kişinin ülküsu olmalıdır.