Kapadokya’ya pek çok seyyah gelmiş, gezmiş ve izlenimlerini kitaplaştırmıştır. Kapadokya’ya seyahat edenlerden biri de Alman Heinrich Barth’dır. Heinrich Barth Alman Şarkiyatçı Andreas David Mordtmann ile birlikte Trabzon’dan Üsküdar’a bir Anadolu yolculuğuna çıkar. İstanbul –Trabzon arasını gemiyle ulaşan seyahat bundan sonraki yolculuğunu atla yaparlar.
Trabzon’dan başlayan yolculuk Şebinkarahisar, Tokat, Turhal, Amasya, Alacahöyük, Boğazköy, Yazılıkaya, Yozgat, Kayseri, Ürgüp, Göreme, Uçhisar, Nevşehir, Gülşehir, Kırşehir, Kırıklale, Sivrihisar, Seyitgazi, Yazılıkaya, Eskişehir ve Bilecik’ten Üsküdar’da son bulur.
Bu kitap adı her ne kadar Trabzon’dan Üsküdar’a olsa da esas itibariyle bizi ilgilendiren kısmı Yozgat üzerinden Nevşehir ili, ilçesi ve köyleridir. Yazar Heinrich Barth, Kapadokya’ya daha önce seyahatte bulunan Teksier ve Hamilton’un gezilerine, intibalarına da atıfta bulunmuş. Kitapta 1858 yılı Kayseri, Nevşehir, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Gülşehir Tuzköy, Hacıbektaş ve gezi sırasında görülen köyler günlük tutularak gezginin intibalarını aktarmasıdır.
Yazarın Kapadokya ile ilgili gözlemlerini özetlemek gerekirse..
Ürgüp: “Mağaralar kasaba halkı tarafından kendi gereksinimleri için kullanıldığından, oraları gezip görmemiz mümkün değildi.”
Ürgüp Evlerine de değinen seyyah, evlerin Avrupa kırsalındaki evlerden farksız olduğunu, bir evin terasına çıktıklarında etrafa baktıklarında (muhtemelen vadiyi ve peribacalarını seyreylemiştir) gördüğü manzaranın büyüleyici olduğunu belirtir. Ürgüp pazarından da övgüyle söz edilir.
Yazarın sözünü ettiği önemli bir konu da Ürgüp’ten Nevşehir’e giderlerken kayaların içine 60-70 metre oyulmuş su kemerleridir. Su kemeri ile ilgili şu bilgileri aktarır: “60 cm genişliğinde ve 2,5 m yüksekliğindeki su kemerinin üzerinden uğuldayarak akan güzel ve bol su, kuşkusuz buradan geçen yorgun ve susamış yolculara canlılık kazandırmaktadır.”
Kitabın belki de en önemli yanlarından biri o zamanki sosyal hayattır. Gezgin Göreme’de bir tüccarın evine misafir olur. Bu durumla ilgili tespitleri: “Sonunda don yağı ticareti yapan bir adamın evinde geceyi geçirebileceğimizi öğrendik. Bu tüccar, evin avlusunu da atölye olarak kullanıyordu. Ayrıca avluda gerilmiş olan iplere, kurutmak için et parçaları dizilmişti. Ama evin içi gayet düzenli ve rahattı. Bir duvarla çevrilmiş avlu eve eklenmişti. İçinde yaşanılan ev ise kayanın içine oyulmuştu ve en büyük odası yedi metre uzunluğunda, dört metre genişliğinde, üç metre yüksekliğinde bir kaya kovuğu idi. Bu odayı bize verdiler. Böylece eski ve yeni zamanlara ait kaya evleri hakkında çok bilgiler de edindik.”
Gezgin, Uçhisar’a da uğrar. Burada misafir eden ev sahibi sabah kahvaltısına kuru kaysı ve yumurtayı büyük bir keyifle yemişler. Herhangi bir Avrupalının bu kahvaltıyı görse yadırgayacağını da ihmal etmemiş. Yazar Uçhisar’ın eski isminin büyük ihtimalle Udjassa olduğunu öne sürerek “Türkler bu sözcükten Uçhisar adını türetmişler.” Demektedir.
Yazar, Nevşehir’in adının “Nemşehir değil” diyerek bazı yanlış anlamlandırmalara da dikkat çekmiş. Nevşehir de bir handan söz ediyor. Hanın üst katında bir kahvehane var, diyor. Odaların oldukça düzgün olmasına karşılık kahvehanenin çok pis ve bakımsız olduğunu belirtmiş.
Sözümüze yazarın Nevşehir ile ilgili şu tespitiyle son verelim: “Kentin tek düze görünümüne çeşni katan yüksek binaların, kulelerin ve minarelerin bulunmaması bir eksiklik olarak hissediliyor.”