Şuarâ Suresi 224, 225, 226, 227.  ayetlerinde şairler için: “Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Baksana onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah´ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” Buyrulur. Şairler anlamına gelen Şuarâ Suresinin mahiyetine girmeyeceğim, zaten ilahiyat alanı bizim alanımız değildir, bizleri de aşar. Ancak ilahiyatçılar zamanın şairlerine dikkat çekmişlerdir. Hadislerde de mevzu izah edilmiştir. 224-227 ayetlerde de buyrulduğu gibi şairlere sapıkların uymalarından ve ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna olarak belirtilir.

      Zihniyet açısından şairleri ikiye ayırmak gerekir; iyilik üzere ve kötülük üzere hareket edenler. Şairlerin uyak, anlayış, metot, ses, ritim, musiki… vs.  gibi nitelendirilebilecek unsurlar; serbest veya vezinli; soyut veya somut gibi hususlar da şairlere göre değişir.

       Bazı şairler vardır klasik şiir geleneğinden beslenir ancak şiirine farklı bir biçim verir, forma sokar,  kendi çizdiği yolunda ilerler. Bazı şairler de vardır geçmiş veya bugünün şiir anlayışını sürdürür. Şairler arasında son on yıldır takip ettiğim Nuray Alper Hanım da bir yanda divan edebiyatı geleneğini sürdürmeye amade, diğer yandan da yukarıda da sözünü ettiğim gibi günümüz modern şiiri kapsamında yoluna devam etmek için mısralarında farklı bir biçim geliştirmeye çalışmakta olduğu görülmektedir. Her iki biçimde de takip ettiği yol ise, kendine has üslubuyla bugüne kadar gözlemlediğim kadarıyla; insan ve Allah, beşeriyet ve inanç ekseninde öteler ötesi iştiyakıyla istikameti maveraya, dar-ı bekaya doğrudur. Bütün şiirlerinde denilebilir ki; sorgu ve tespit unsuru hâkimdir. Şiirlerinde âlem ve mizan iç içedir.      

      Nuray Hanım; daima Yüceler yücesine rızaya yönelik bir heyecan içre teslimiyet ve ümit perspektifinden bakar ve bu minval üzere yol alır. 

       Şiirleri aslında anlaşılmayacak derece de olmasa da modern form kazandırma arzusuyla ve fakat tasavvufi manadan olmak üzere mısralarına derin anlamlar yükleme çabası içinde olduğu görülmektedir. Hal böyle olunca şiirleri manevi bir esinti oluşturmaktadır.

      Büyük manalar ifade eden 2012 BİLSAM Ulusal Şiir ve Kısa Öykü Yarışmasında mansiyon ödülüne lâyık örülen Nuray Hanım  “Aşk Kasrında Bir Akşam” şiirinde şöyle sesleniyor:

 

AŞK KASRINDA BİR AKŞAM

Akşam aşkın haşmetinden bölünür bin parçaya

Secde eder su ateşe; gün giyince sahrayı

Bismihu´nun gözlerinden dökülür dar-ı dünya

Ellerimden alır hasret, kalp odunda çırayı

Bana sükût verir yollar, yâre sonsuz mısrayı

 Gülüm güle güle gider; gül busesi desende

Gülüm yürür can içinde; gülemem “gül! ” desen de

Parmaklarım yangın izi, dudakların kaç bahar

Su yorgunu düşlerinde hangi nehrin ağrısı

Bir duadan kopup gelen varlığına aşikâr

Seherlerin baş ucunda kutlu ebet çağrısı

Seni bulmak ne çok sabah, ne çok gece yarısı

Yardan yâre kondu gönlüm; yarını hâr yaremin

Yârim yarını sorunca desinler ki; “yâr emin”

Zikrin edep mektebinde bilmesinler ismimi

Nigârıyım hem nihânı gözlerinin bezminde

Fenafillah bekasında kaybederken cismimi

Ateş aşktan murat alsın ötelerin cezminde

Akıl ilim tahsil etsin, can cananın feyzinde

Günah mıdır; gün âhından saklamak güneşimi

Günahımdan kıskanırım; bulmasın gün, eşimi

Nasıl gezer derunumda kıskançlık saltanatı

Yıldızların ışığını gözlerinden tanırım

Nice sözden sakınırım güzellik sanatını

Rüzgâr geçse kirpiğinden, ağyar öptü sanırım

Özündeki sonsuzluğu yokluğuma banarım

Halkı Hakk´a hasreden nur; ruhum ruhuna hasret

Hasretinden erirken har sözü sükûta hasr´et.

Yağmur yüzlü çöl muştusu, dağ duruşlu rindane

Hikmet bakar, vuslat susar her rahmede bergüzar

Arza hece, arşa gece yağarken tane tane

Sırrolmada yüreğinin dokunduğu her diyar

Firkatinle çiçek açar tutunduğum ahuzar

Düşünmeden bir lahzacık; düşüne düşüversem

Gözlerinin semasına bendeki düşü versem

Beklemez mi can ezelden ömrünün divanında

Omuzumda kaç asırlık kâlû belâ coşkusu

Tükenmekten geliyorken hep diriliş anında

Ruh katlidir ayrılığın bir nefeslik korkusu

Nefsim yanar, fikrim yanar; ellerinde yanar su

Dilim dilim sükûtlara bölünsem de dil şaddır

Dilim dünya sürgününde, hâlim yine dilşaddır.

Ey yok içre varlığına bin belayla kandığım

Sonra kalkıp varlığında yokluğumu andığım

Bir lahzacık gülüşüyle derdi derman sandığım

Duyulunca ayak sesi secdeye kapandığım

Ey çöl iken yağmurunda zerre zerre yandığım

Ah efendim! Arz ederim; siz okyanus ben deniz

Lâl tanesi sözlerimle olmak şeref bendeniz

Nuray Alper

      

Bu şiirde iki taraf var seslenen ve seslenilen… Seslenen malum. Şiir akşamla başlıyor:

       Akşam aşkın haşmetinden bölünür bin parçaya

      Yüce Mevla gündüze eş geceyi yaratmış ki, gece insanların dinlenebilmeleri için. Ancak Yaradan sabah ve akşamın insan için önemini de aşikâr eder; şükür ve niyaz için. Kâinatı da düşünmek gerekir ki zikir halinde oldukları da göz ardı edilmesin. Hatta bütün mevcudat! Bu mısra da bu hallere istinat eder. Akşam, aşk ve haşmet… Allah aşkı bütün haşmetiyle hissettirilir.

     Secde eder su ateşe; gün giyince sahrayı

     Bismihu´nun gözlerinden dökülür dar-ı dünya

     Bu niyaz, bu secde hali daima hal ve istikbal üzeredir. Hayat bir oyalanma yeri olan sadece fani âlemden müteşekkil değildir. Bir de dar-ı dünyadan öte uhrevi hayat vardır. Rahman ve Rahim olan Allah´ın adı, şanı ne yücedir ki dünya hayatı dökülüverir; bir kıymeti harbiyesi kalmaz. 

    Ellerimden alır hasret, kalp odunda çırayı

    Bana sükût verir yollar, yâre sonsuz mısrayı

    İnsan yaşamı ne ki Yaratanın hasretinde O´nun aşkıyla yanan kalp rahatlar, sükûna erer. Dar-ı dünya Yâr içre.

    Gülüm güle güle gider; gül busesi desende

    Gülüm yürür can içinde; gülemem “gül! ” desen de

    Beşeriyetin idrakinde gülün ayrı bir yeri, havası, kokusu, sirayeti, anlamı vardır. Vurgu güledir. Zira gül mazrufu kadar içinde insan sevgisini de barındırır ilahi esintinin de sembolüdür. Gül busesi de sembolize edilmesine karşılık o sevgiyi, o muştuyu izhar eder. Ancak insan gönlü yine de bütün bu atmosfere rağmen tatmin olmuş, doyuma ulaşmış değildir.

       Nitelenen de kutlu ebede çağrıdır. Her ne kadar parmakta yanık izi tasvir edilse de izafeten; insanın korkudan mütevellit düzlüğe çıkma, saadete erme, bahara varma arzusu şiirin bütününde etkisini gösteriyor. Sevgi gibi baharın insanda dirilişi sorgulanır:

       Parmaklarım yangın izi, dudakların kaç bahar

       Bu mısralarda hayatın yeniden dirilişi bir baharla mezcedilir ve O´na ulaşmaktır emel!

Bahar elbette bütün insanların ilk başta yaşama sebebidir. Çünkü kıştan uyanışla birlikte kâinatta bir diriliş başlar. Canlanır her şey. Hayat baharla güzeldir. Ve fakat bahar sade bir bahar olmaktan öte manevi iklimi aşikâr eden bir bahardır. Dahası “kaç bahar”la sorgulanan yıllardır.

       Baharı besleyen elbette güzel havadan da öte yerli yerince gündür, güneştir ve en önemlisi de sudur. Bütün bitkiler gökten yağan yağmurla veya akan sularla veya o suların kapladığı alanlarda ki nemiyle; kudretiyle alakalıdır:

       Su yorgunu düşlerinde hangi nehrin ağrısı

       Su ve nehir nebatatı yeşertmeye yeşertilen yerde neşv-ü nema bulmaya sevdalıdır. Bütün bunlar yani hayata öz suyunu veren bir güç söz konusudur:

       Bir duadan kopup gelen varlığına aşikâr

       Bütün varlık O´nundur. O ne dilerse ancak olur. Hikmet sahibine uzanan eller, dudaklar huşu içinde ancak bir teslimiyetle var edileni aşikâr edebilir. Elbette varlık sadece dualarla sübuta ermez. Çünkü hayat devam eder.  Bu bakımdan velev ki çağrı seher vakti yani sabah ezanlarına eş olsun:

      Seherlerin başucunda kutlu ebet çağrısı

      Seni bulmak ne çok sabah ne çok gece yarısı

       Zira insana şah damarından daha yakın olan Yüce yaratıcı ulaşmak estauzubülliah en mahrem yerde olanıdır. Gün ağarmadan ve gece yarılarında… En makbul olan öteler ötesine ulaşmada zamana dikkat çekilir. Pek çok kimsenin uykuya gömüldüğü veya gündüzün örttüğü gece veya sabaha doğrudur yakarış. O yakarışlarla merhametliler merhametlisine kavuşmak, kavuşmayı arzulamak, dilemek!

      Yardan yâre kondu gönlüm; yarını hâr yaremin

      Yârim yarını sorunca desinler ki; “yâr emin”

           Düşününüz ki birbirlerinden güzel renk ve kokularda çiçekler vardır. Bu çiçeklerden vazgeçmek olası değildir. Beşeriyet aşkında da ilahi aşka bir geçiş vardır. Bütün seslenişler izafidir. Yar ve yâre de hüsn-ü aşk çağrıştırır ancak yâre ateş gibidir. Bu kez gülün sembolizasyonunun aksine burada tatmin olan kendinden emin bir kalp vardır.

        Zikrin edep mektebinde bilmesinler ismimi

        Nigârıyım hem nihânı gözlerinin bezminde

        Fenafillâh bekasında kaybederken cismimi

        Ateş aşktan murat alsın ötelerin cezminde

        Akıl ilim tahsil etsin, can cananın feyzinde

        Bu kıtada somut ve soyut mülahazalar giriftar olmuş; varlığın dünyayı terk-i diyar etmeden yok olması gibi. Varlığın Yaratıcısına ulaşmak için dünyeviyattan sıyrılması elzemdir. Edep mektebinde anlatılmak istenen; fenafillâha vasıl olma, bakilikte Allah´ı tespih etmede varlık somutlaştırılmaktadır. Burada çizilen tasvir ibadetteki huşuya eşdeğer olmalıdır. Dost meclisinde Güzeller Güzeline gizli sevgili olunmakla da kalınmaz varlık da cismini kaybeder, yok olur. Bunun bir diğer evresi aşkın ateşe olan galebidir. Allah aşkı her şeyin üzerinde bir murattır. Bu manevi erişte madde bakımından maksat; akıl can Canan´ın bereketine, bolluğuna nail olsun ki murat alabilsin.

         Günah mıdır; gün âhından saklamak güneşimi

         Günahımdan kıskanırım; bulmasın gün, eşimi

         Beyitlerde aynı edebi nitelik bu beyitte de görülür.  Mecaz sanatı yapılır; günah: gün/ah gibi. Burada akıl veya kelime oyunu gibi; güneş: gün/eş gibi. Haddizatında anlatılmak istenen günahın günden kotarılması hadisesidir. İkinci mısra da birinci mısraya karşılık olmak üzere gün içinde vuku bulan günahların saklanması beyhudedir; güneş gibi ortadadır. Burada yani ikinci mısrada günahın sona ermesi ‘bulmasın gün eşini´ denilerek ibraz edilmektedir.

         Nasıl gezer derunumda kıskançlık saltanatı

         Yıldızların ışığını gözlerinden tanırım

         Nice sözden sakınırım güzellik sanatını

         Rüzgâr geçse kirpiğinden, ağyar öptü sanırım

         Özündeki sonsuzluğu yokluğuma banarım

         Elbette fenafillâha vasıl olma ki bu halin derinlik kazandığı da aşikârdır; kıskançlık olamaz deniliyor. O kadar iddialı bir tespitte bulunulur ki kıskançlık saltanatla eşdeğer görülür. Çünkü ibadette ne riya olur ne de benlik duygusu! Bu mısralar artık Bir´de yok olmayı göstermektedir. Fenafillâh da yok olan ruh güzelliği bir sanat olarak görür ve onu sakınır. Dünyevi (maddi) boyutuna bakıldığında rüzgâr geçse mecaz olarak teşkil olunan kirpikten başkası öptü sanır. Şairin mısralarında şiir severleri varlık yokluk âleminde gezindiriyor.

         Halkı Hakk´a hasreden nur; ruhum ruhuna hasret

         Hasretinden erirken har sözü sükûta hasr´et.

         Çokluk içinde birlik nura hasredilir: hasr/et… Aşk hallerinde görülen erimek, ateş gibi haller daima vardır. Bu gibi hallerde teslimiyet ruhu sükûta hasreder, götürür.

         Yağmur yüzlü çöl muştusu, dağ duruşlu rindane

         Hikmet bakar, vuslat susar her rahmede bergüzar

         Arza hece, arşa gece yağarken tane tane

         Sırrolmada yüreğinin dokunduğu her diyar

         Firkatinle çiçek açar tutunduğum ahuzar

         Gönüle yaraşacak biçimde tasvir edilen çölden murat hayatın olumsuzluğudur. Ve fakat yağmur yüzlü bir imajla bir yandan rahmet diğer yandan biraz da olsa melankoliğe kaçan güzel duygular terennüm edilir. Duygusallık öne çıkar. Erişene rahmet bir mükâfattır. Bu bakımdan rahmete kavuşma gizli olana bakar. Bu halden ayrılmak istemeyen halin durumu ahuzarla mezcedilen çiçeklerin durumu gibidir.

         Düşünmeden bir lahzacık; düşüne düşüversem

         Gözlerinin semasına bendeki düşü versem

         Müptela olan bir lahzada olsa düşünde de vasıl olmak ister. Gözler ve sema ile hemhal oluş vardır.

         Beklemez mi can ezelden ömrünün divanında

         Omuzumda kaç asırlık kâlû belâ coşkusu

         Tükenmekten geliyorken hep diriliş anında

         Ruh katlidir ayrılığın bir nefeslik korkusu

         Nefsim yanar, fikrim yanar; ellerinde yanar su

         Mutmain olmuş tertemiz, billur gibi bir kalp A´raf Suresi,172.ayetiyle nüzul olan

 “Rabbın, Âdem oğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şâhid tutarak “ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti). Onlar da: “Evet; buna şahidiz” demişlerdi. Bu, kıyamet günü, “bizim bundan haberimiz yoktu”, dememeniz içindi.“ Coşkusunu yaşar ve vurgular. Salih/a bir yürek ancak dirilişe tükenerek, varlıkta yok olma düşüncesiyle gelir. Bir anda ve daima da ruhlardan gitmeyen bir korkuyu da hatırlatır. Böyle bir nefeslik korkuyla her şey yanar. Fakat bu yanış bir yanda azab gibi görünse de diğer yanda yanarak teslimiyeti de uyandırır.

       Dilim dilim sükûtlara bölünsem de dil şaddır

       Dilim dünya sürgününde, hâlim yine dilşaddır.

       Sükûtlar içinde de bulunulsa da huzurludur, gönlü hoştur artık.

       Dünya hayatı hep oyun eğlencedir. Zaman gelecek her şey yok olacaktır. İnsan bile bile o yokluğa kanmaktadır. Ancak varlık yokluk idrakine varışla geriye dönüp bakıldığında uzun gelen tatlı gülüşler, hazların bir derman olamayacağıdır. İnsanı hakikate götüren de o ayak sesidir. O ürpertidir, o korkudur, o büyük hesaplaşmadır. İnsan nasıl olurda alemleri yaratan Alemlerin Rabbının emrettiği hal üzere secdeye kapanmaz?!!! İnsan nerede olursa olsun o düşünce ve duyguyla yanar, yakılır. Hem de zerre zerre… Hayat öyle bir tezatları barındırır ki sıcakta üşür, soğukta yanar. Bu hal kış günü soğuk bir şey içmek veya yemek gibidir. Fakat bütün bunlar madde âleminden öte mana âleminde zuhur eden Allah korkusuyladır.

       Ey yok içre varlığına bin belayla kandığım

       Sonra kalkıp varlığında yokluğumu andığım

       Bir lahzacık gülüşüyle derdi derman sandığım

       Duyulunca ayak sesi secdeye kapandığım

       Ey çöl iken yağmurunda zerre zerre yandığım

       Şiirde içe sesleniş son beyitle sona erer:

        Ah efendim! Arz ederim; siz okyanus ben deniz

        Lâl tanesi sözlerimle olmak şeref bendeniz   

        Nuray Hanım şiirlerinde kelimelere derin anlamlar yüklemeye devam ediyor. Şiirin kozasını halisane ve fakat sabırla örmeye devam ediyor. O´nun şiirlerinde bir Mü´minata yakışmayan karamsarlık temaları yoktur, bilakis daima; bütün kâinatı yoktan var eden var ettiğini de yok eden merhametliler merhametlisi Rahman ve Rahim olan Allah´a ve yarattıkları karşısında bir ümit vardır. Şairin gayesi ahret yurduna bir özlem arzusu ve Salihalardan olmak kaygısıdır. Bu kaygıyla varlık yokluk ikileminde öteler ötesine matuf yanan, yakılan bir yürekten dökülen nur-u pak bir hal-i lisanın, saflığın, temizliğin serinliği vardır.

     Bizlere de maverada varlık yokluk anlamında kulluk bilinci yoğunluğunu yaşattı. Nuray Hanım´a teşekkür ediyoruz.   

     Allah kalemini daim eyleye.