EDEBALİCE

     Türkiye, Uzay Ajansı’nı kurarak, uzay çalışmalarına başladı. Önce Ay’a yolculuk daha sonra da Mars’ta yaşam çalışmalarına başlanacak. 

     Uzay çalışmaları aslında bizde yeni değil!.. 

     Takiyyüddin Efendi, padişahı razı ederek 1585 yılında İstanbul’da en gelişmiş teleskoplardan oluşan modern bir “Gözlemevi” kurar. Yıldızlar, gezegenler izlenmeye başlanır. Hayli de güzel çalışmalar yapılır. Ne ki bir yıl sonra İstanbul’da veba salgını başlar. Padişah III. Murad salgından Takiyüddin Efendi’yi sorumlu tutar. Sorguya çeker. 

     “Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez!” Ayetine rağmen Takiyyüddin Efendi’nin veba salgınını öngöremediği için sorumlu tutmuştur. 

     Toplumda da birtakım rahatsızlıklar başlar. Çünkü halk da böyle inanmaktadır. Gökbilimcileri (astronom, müneccim) “yıldızlara bakarak gelecekten haber veren kişi” olarak bilinmektedir. 

      Osmanlının kuruluşundan beri “Divan’da” padişahtan sonra Sadrazam, Vezir-i âzamlar, Şeyhülislam ve bir de yıldızlara bakarak zamanın savaşa uygun olup olmayacağına karar verecek “Müneccimbaşı” bulunurdu.

     Gökbilimciliğin (astronomiyi) “yıldız falcılığı olarak bilinmesi, Ortaçağ'da Hristiyanlara ait” bir anlayıştır.

     DÖNÜM NOKTASI

     Bir “dâhi”nin kendini göstermesi için ortamın da uygun olması gerekir.

     Takiyyüddin Efendi bu konuda şanssızdı. Veba salgınından sonra halk arasında gözlemevinde (rasathanede) “meleklerin bacağı seyrediliyor” dedikodusu yayıldı.

     Peki, bu insanlar “meleklerin bacağı olduğunu, çıplak olduğunu, kanatlarının olduğunu nereden biliyorlardı?

     Hristiyan mabetlerinde; İncil’den sahnelerin betimlendiği heykel, kabartma resim ve renkli resimlerde (fresk) melekler genellikle çocuk yüzlü, kanatlı ve bacakları çıplak olarak çiziliyordu. Hz İsa, Meryem Ana ve azizler gayet kapalı ve makul ölçülerde betimlenmekte idi. Meleklerin dışında Çocuk İsa çıplak çizilmiştir.

     Aslında “semavi dinler”de resim ve heykel yasaktır. 

     İlk başlarda Hristiyanlıkta da böyle idi. Ortaçağ Hıristiyanları şöyle düşünüyorlardı: Tanrının evinde, Kutsal Kitap’a göre oyma resimlere, kabartma resimlere ve dinsizlerin putlarına benzeyen hiçbir heykel olmamalı. Bunun gerekçesi ise; yeni Hıristiyan olmuş zavallı puta tapanlar kiliselerde bu çeşit heykelleri görürlerse, eski inançlarıyla yeni öğreti arasındaki ayrımın farkına varamayacakları, tekrar eski inançlarına dönecekleri endişesi. Yüce ve Görünmez Tanrı'nın mesajını kavramalarını güçleştirebilirdi. Çünkü insanlar gözleriyle görmediklerine inanmazlar.

     Bazı Hristiyan din adamları ise resimleri, cemaate eğitimle verilenlerin anımsanmasında ve kutsal olayları akılda canlı tutmaya yardımcı oldukları için yararlı görüyordu. İncil’den parçaların resimlenmesinde bir sakınca olamayacağını, resmin okuma - yazma bilmeyenlere bir kitap bilgi vereceğini ileri sürüyorlardı.

     Özellikle Latin bölgesinde kabul edilen görüş bu şekilde idi. VI. yüzyılın sonlarında, Papa Gregorius Magnus da böyle düşünüyordu.

     Bu yüzyıldan itibaren mabetlerde eğitim amaçlı İncil’den heykel, kabartma resim ve yağlı boya resimleri yapılmaya başlandı.

     Müslümanlar da İncil’den sahneleri Hristiyan mabetlerinde görerek “melekleri kanatlı, çıplak bacaklı” olarak hayal etmeye başladılar. Onun için de Takiyyüddin Efendinin “Gözlemevinde meleklerin bacağı seyrediliyor.” dedikodusunu yaydılar.

     Padişah III. Murad gözlemevinin yıkılmasını istedi. Gözlemevi yerle bir edildi.

     Bu olay belli ki bugün geri kalmışlığımızın en belirgin özelliğidir!..

     Halil İbrahim İnal, Osmanlı Tarihi adlı eserinde III. Murad için “Ancak o da babası II. Selim gibi devlet işlerine fazla müdahil olmadı. Bürokrasi ve hükümet daha ziyade Sokullu Mehmet Paşa tarafından idare edildi. İçkiyi ve eğlence meclislerine düşkün olan Murat, saltanatı boyunca İstanbul’dan hiç çıkmadı ve saraydaki kadınların etkisinde kaldı.” şeklinde çıkarımda bulunmaktadır.

     BİLİM VE TEKNOLOJİNİN BATI’YA GÖÇÜ

      Batı; XV. Yüzyılda önce Rönesans, Reform sonra da XVII. Yüzyılda sanayi devrimini gerçekleştirerek bilim ve teknolojiyi ele geçirdi. 

     Bugün bilim ve teknolojisi ile dünyayı kana bulamaktadır.

     GÖZLEMEVİ YIKILMASAYDI

     Gözlemevi yıkılmasaydı; Batı’daki bilim ve teknoloji İslam Âleminin elinde bulunurdu!..

     Dünyada daha adaletli yaşanırdı!..

     İlk motor, ilk helikopter, ilk uçak, ilk tank, ilk füze, ilk bilgisayar, ilk internet İslam Aleminde icat edilirdi!..

     İlk “Büyük Patlama” (Big Bang) teorisini 1933’te Hublle’den 3 yüzyıl önce belki de Takiyyüddin Efendi bulurdu!..

     İlk Ay’a giden biz olurduk!..

     İlk Mars’ta hayat olup olmadığını biz keşfederdik!..

     FIRSATI KAÇIRMADAN

     Türkiye Uzay Ajansı’nı kurarak uzay çalışmalarına başladı. Hedef önce aya gitmek, sonra da Mars’ta hayat olup olmadığını araştırmak.  

     Türkiye’nin bir daha bu çalışmalardan uzak kalması düşünülemez!..

     Dünya devletleri bir yarış halindedir. Bu yarışta geri kalmak gibi bir lüksümüz yok!..

     (Gelecek yazımız “Mars’ta Hayat” konusu olacaktır.)

Ali İhsan TOSUN

[email protected]