Teknolojinin gelişmesiyle, toplumsal yaşam –kolaylaşacağı yerde- gittikçe bozulmakta, yaşanmaz hale gelmektedir.
Diyarbakır'daki “Narin olayı” tüm milletimizi üzmüştür.
Amcanın 8 yaşındaki kız çocuğunu öldürmekten sanık duruma düşmesi, vahşetin zirvesi olsa gerek!..
Ne oldu da “Narin” vahşice öldürüldü?
Bu toplumumuzun yozlaştığının bir kanıtı olsa gerek.
Dünya, zaman ilerledikçe ilkellikten kurtulup, daha çok uygarlaşması gerekirken, yazık ki, daha da ilkelleşiyor. Artık Anadolu'nun göbeğinde bile belli saatten sonra sokağa çıkılamaz oldu.
Özellikle, önce kadınlara uygulanan şiddet dayanılmaz boyutlara ulaştı. Şimdi bu yaş oranı çocuk yaşındakilere de ulaştı.
Kur’an-ı Kerim'de Allah, insanı “yaratılmışların en şereflisi” olarak nitelediği gibi, “hayvandan da aşağı” olarak da nitelemiştir.
İnsan bu ikisi arasında, kendi yerini kendisi belirler. “Anaların Dünyası’nda” da kadın “ana” ile “en çirkef kadın” olarak gel-git içerisinde yaşar.
Kadınların Dünyası’nı öğrenmek istiyorsanız Ortahisarlı yazar Mustafa Şimşek’in Anaların Dünyası adını verdiği “romansı anılarını” okumalısınız.
Mustafa Şimşek, Yağışoğlu Yaşar" olarak adlandırdığı ilk romanından sonra kaleme aldığı bu eserde ülkemizde de yaygın bir sorun olan "yaşlı dullar dramı" diye özetleyebileceğimiz önemli bir sosyal yaraya parmak basmaktadır.
Yağışoğlu Yaşar da İstanbul'un işgali sırasında, Yağışoğlu’nun, arkadaşlarıyla birlikte İngiliz ve Fransız işgalcilere karşı yaptığı mücadele anlatılır.
“Anaların Dünyası’nda” amacının, evinde nefes alan bir canlının oluşunun özlemini duymaktadır, Mustafa Şimşek.
Yaş farkı, cinsel uyumsuzluk endişesi yazarı en çok rahatsız eden bir durumdur. O yaştaki kadının çocuk yapamama kaygısını da taşımaktadır.
Mal mülk isteği olmayan helal süt emmiş birisini istemektedir.
Başkasının çocuğunun sorun olacağını düşünerek, çocuksuz ya da çocuklarını evlendirmiş, yaşına uygun bir kadın istemektedir.
Mustafa Şimşek, çok kibar ve zarif birisidir. Anılarının birinde “telefonu yüzüne kapatma istemeyişini”, karşıdaki kadının telefonu kapatmasını istemiştir. Çirkin kadın olmadığını, çirkinliğin de güzelliğin de kalpte olduğunu vurgulamıştır.
Evlenene kadar iyi davranan, evlendikten sonra aynı gün olumsuz değişim gösteren kadınlara rastladığını, derdinin mal mülk olduğunu belirtmiştir.
Huysuz kadının -kendi deyimiyle- küssük (sopa) vuracağı endişesi bile taşımıştır.
Çirkef bir kadından boşanmakla dertlerinden kurtuluşunu sevinçle kutlamıştır. Dolandırılmaktan korkmaktadır.
Kurtuluşun huzurevinde olacağını düşünmektedir. Belki gerçekten kurtuluş huzurevindedir.
Onun için dil, din, ırk fark etmez. Yeter ki “bir nefes olsun” evinde mutlu yaşayacağı!..
Yeter ki “insan olsun”, “hayvandan da aşağı” olmayan!
Türk ve Müslüman kadından bekledikleri; (s: 47)
“…hâlbuki Türk ve Müslüman kadınlarımızın, analarımızın, bacılarımızın bir masumiyeti, edebi, adabı ve terbiyesi vardı. Yüzleri utanırdı. Erkeklere karşı yanlış bir hata yaparım diye. Ben böyle bilirdim; böyle yaşadık ve böyle gördüm diye yakınıyordu.” şeklinde anlatmaktadır.
Son sayfada “Dünyayı kadınlar yönetmeli” tezini savunmaktadır:
"Dünyayı kadınlar yönetmeli" derim. Her canlının erkeği kavgacıdır; horoz, horozla kavgalı; koç, koçla kavgalı. Bunlara diğer canlılardan sayısız örnekler gösterebiliriz. O nedenle, kadın yüce bir değerdir. Çünkü anadır anaçtır kadın. Toprak gibidir. Kadın, denizdir, deryadır... Bazı kadınlar vardır ki okyanuslar gibidir, keşfedemez isen batarsın... Bazı kadınlar vardır ki Karadeniz gibidir, fırtınası hiç bitmez yelken açamazsın... Bir kadın var ki ölü deniz gibidir içinden hiç çıkmak istemezsin yüzebildiğin kadar yüzersin.
Kocasına kurşun gelmesi durumunda kurşunun önüne duracak kadar yüreklidir de. Sanırım, bir gün gelecek, dünya kadınları yeter, yeter artık diyecekler. Anaları ağlattıklarınız; çekilin o koltuklardan, dünyayı bizler yöneteceğiz diyecekler.
Kavgasız gürültüsüz çiçek kokan, Anaların Dünyası olması dileğiyle...”