Karides, kalamar, midye gibi deniz ürünlerini yesek mi, yemesek mi? Günah olur mu? Şafii mezhebinin bu konudaki görüşlerinden laf açılınca kullanılan “denizden babam çıksa yerim” sözü ne anlama gelmektedir?
Deniz mahsulleri meselesi, inançlı insanların bir kısmının sorunu olmuş, yakın dönemde de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamaları ile kafaların karışmasına neden olan bir meseledir. Ülkemizin iç kesimlerinde yaşayan insanlar çok karides ve kalamar görmediği için bir şekilde ikram edilse dahi uzak durmaktadırlar. Ama sahilde yaşayan inançlı kesim kapılarının önündeki mahsulü yemek ve yememek arasında vicdanları ve inançları arasında ihtilaftadırlar.
Hanefi âlimleri Deniz Mahsullerine haram derken; Şafii, Maliki ve Hanbelî âlimleri bir sakınca görmemekte ve helal demektedirler. Hatta Şafii âlimlere atfedilen bir sözde “denizden babam çıksa yerim” denilmektedir. Bu cümle aslında deniz mahsullerinin tümüyle helal olduğunu bildiren bir cümledir. Bu meseleyi en basit bir dille delilleri ile izah etmeye çalışacağım.
DENİZ MAHSULLERİNİN HÜKMÜ NASIL ÇIKMIŞTIR?
Cabir (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) gönderdiği bir müfrezede olduğunu, deniz kıyısına vardıklarında ölmüş ve kıyıya vurmuş kocaman bir amber balığı (balina) gördüklerini ve bir ay boyunca müfreze olarak onun etini yediklerini, hatta kaburga kemiklerinden birisini toprağa dikip deveye binmiş bir adamın onun altından geçtiğini ve kemiğin boyunun bu adamı aştığını belirtmiştir. Bu hayvanın bir kısım etini kuruttuklarını, Medine’ye varınca da Allah Resulüne de ikram ettiklerini anlatır. (Tarih-i Taberi 3/31-32)
Allah Resulüne deniz mahsulleri hakkında soru sorulduğunda “Onun suyu temizdir, ölüsü ise helaldir” demiştir. Nerede ise bütün hadis kitapları bu hadisi zikretmiştir.
ONUN SUYU TEMİZDİR, ÖLÜSÜ İSE HELALDİR
Cümle Arapça gramer açısından nekire olarak gelmiştir. Yani başında elif-lam takısı yoktur. Kitab, Arapçada “kitap” demektir, herhangi bir kitabı kapsar. Ama “el kitab” denildiğinde bahsedilen belirli bir kitaptır. İngilizcedeki the takısı gibidir. “Give me book” diyen kişi bir kitap istemiştir. Herhangi bir kitaptır. Fakat “give me the book” diyen kişi belirli bir kitabı istemiştir. Hadiste geçen (Meytetuhu) -Ölüsü- kelimesi nekiredir. Yani deniz canlılarından herhangi birinin ölüsü helaldir derken, bununla belirli bir cinsi kapsamaz. Denizin suyu temizdir, denizin ölüsü de helaldir. Şafii mezhebi imamları denizdeki her canlının ölüsü helaldir. Yersiniz veya yemezsiniz, mideniz kaldırır veya kaldırmaz ama temizdir ve helaldir demiştir. Mesela çekirge de İslam’da helaldir ama ben yemem. Şahsi olarak tiksiniyor olmamız bunun helal olduğunu değiştirmez. Hatta “Babam bir deniz canlısı olsa idi ve kendisi denizden çıkıp gelseydi onu da yerdim” cümlesi aslında Şafii mezhebinin deniz canlılarının genel hükmünün helal olduğu kanısını anlatan bir cümledir. Yoksa insan eti yenir fetvası verilmiş değildir. Üç mezhep deniz canlılarını yiyebilen insanlar için temiz ve helal görmüştür.
DENİZ CANLILARI VE HANEFİ MEZHEBİNİN HÜKMÜ
Hanefi mezhebi: A’raf Suresi 157. ayette geçen “size pis şeyler haram kılındı” ifadesi yorumlanırken karadaki ve denizdeki pis görünen her şey bu kapsama alınmıştır. (Haşerat, böcekler vs.) Hanefi âlimler denizdeki balık harici şeylerin de bu ayetin kapsamına girdiği kanaatindedir. Yani balık cinsi harici pistir diye düşünülür ve bahsettiğimiz hadiste gecen ibarenin “her ölüsü temizdir” kısmını sadece balık cinsinin her ölüsü temizdir diye yorumlarlar. Pis olan şeyler ayette belirtildiği üzere haram ise “Karides, kalamar vs. de pistir.” diye kanaat etmişlerdir. O halde pis olması illetinden dolayı haramdır demişlerdir.
Tabii Ebu Hanife hazretleri bir sahil insanı değildir. Kufe’de doğmuş Farslı bir insandır. Yani bugünkü İran’da doğmuş ve yaşamıştır. Kufe biraz daha iç kesimlerde olan bir şehirdir. Dolayısıyla Ebu Hanife denizden uzak, kara ikliminde yaşayan bir mezhep imamıdır. Ama diğer mezhep imamları Mekke ve Medine’de yaşamış, Kızıldeniz’in nasiplerini daha çok görmüşlerdir. Sahil insanının denizden nispeten daha çok nasiplendiği aşikârdır. Bugün Türkiye’de bile Güneydoğu insanına ahtapot desen alacağın cevap bellidir. Yaşadığı coğrafyanın etkisi Kur’an ayetini anlamakta etkili olmuş olabilir diye düşünüyoruz. Kendisi hükmünü denizin suyu temiz ve temizleyici olsa dahi balık haricinin pis olduğunu düşünerek vermiştir.
HARAMLAR İKİYE AYRILIR
İslam hukukunda haramlar ikiye ayrılır. Birincisi “haram li aynihi”, yani hakkında direkt hüküm olan şeylerdir. Bizzat haram demektir. Mesela hamr (içki) haramdır. Hakkında direkt ayet vardır. Ama içki olmayan bir şey aynı içki gibi insanın aklını giderse, mesela esrar veya eroin gibi, bu da haram mıdır? Evet haramdır. Hakkında ayet olmadığı halde neden haramdır? Çünkü içkinin illeti olan sarhoşluk etme vasfını üzerinde bulundurmaktadır, bu sebeple haramdır. İslam âlimleri bu illetten dolayı haram olan şeye ise “haram li gayrihi” demişlerdir. Başkasından dolayı (illetinden dolayı) haram demektir. Haram zati olarak belli değil de başka bir harama benzediği veya onunla aynı illete sahip olduğu için “haram li gayrihi” demişlerdir. Kur’an’da bizzat bahsedilmeyen şeylere haram hükmü verilecekse bu şeyin haramın illeti ile aynı illette sahip olması gerekmektedir. Ama bundan ayette direkt bahsedilmediği için asli haram gibi olmaz. Başka bir haramla aynı illete sahip olduğu için haram kılındı manasında haram li gayrihi yani illetten dolayı haramdır denilmiştir.
Faiz haram li aynihidir. Adı faiz olmasa bile bir başka işlemde şayet illet bakımından aynı faiz gibi nakde yapılan bir riba söz konusu olsa, o işleme de faizin ana unsurunu barındırdığı için haramdır deriz ama bu nasıl bir haramdır? İlletten sebep bir haramdır.
Deniz mahsulleri konusunda Hanefi mezhebinin hükmü illetten dolayı haram olan bir şeydir ama illet olarak belirtilen şey mevzu bahis deniz ürünlerinin pis olmasıdır. Pis kelimesi ise toplumdan topluma, kültürden kültüre değişebilen bir şeydir. Belki de Japon Müslümanlar “Sizler haşerata pis, haram diyorsunuz ama o sizin görüşünüz. Biz protein deposu görüyoruz, buna haram diyemezsiniz, bu hükmün altına girmez.” diyeceklerdir.
BİR MEZHEPTE OLAN KİŞİ BAŞKA BİR MEZHEP İLE AMEL EDEBİLİR Mİ?
Mezhepler bakış açılarıdır. Kati hükümler bellidir. Onun teferruatında olan bakış açıları da bellidir. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, ben yeniden hüküm çıkarıyorum bile dese genel anlamda aslında o diğer bir mezhebin hükmüne muhakkak denk gelir.
Hanefi mezhebi imamı Sivaslı İbni Hümam, Fethul Kadir eserinin Kadı bölümünde mezhepler arası tercih konusu sorulduğunda “’Ben kolaylık olması açısından bir başka mezhebin filan meselesi ile amel ediyorum.’ diyen bir Müslümanın bu görüşünde bir sakınca görmüyorum.” der. Bunu bizzat Hanefi mezhebinin imamları söylediği gibi diğer mezheplerin imamları da “Bu benim görüşümdür, kolaylık bulursanız o meselede diğer mezhep imamın görüşüne uymanızda bir sakınca yoktur” demişlerdir.
Osmanlı’da Mecelle’nin geneli Hanefi fıkhı üzerine kurulu olduğu halde gelen kişinin haline ve durumuna göre farklı farklı mezheplerin görüşü ile amel edilmiştir. Zaten farklılığın rahmet olması bundan kaynaklanmaktadır.
Peygamber (S.A.V.) iki şey arasında tercih yapmak zorunda kaldığı zaman mutlaka onlardan kolay olanı tercih etmiştir. (Ebu Davud, Edep, 4.Hadis)
Aslında buradaki sorun Diyanet İşleri Başkanlığı’nın rahmet olması açısından biz bu konuda Şafii mezhebi ile amel etmenizi uygun görüyoruz diyebilecekken, bunun aksi bir açıklama yapmış olmasıdır. Bu meselede diyanetimizin yaptığı karides, kalamar, kurbağa yenmez şeklindeki açıklama ki kurbağalar deniz canlısı değildir. Sanki bunu duyan biraz daha çok tiksinsin diye eklenmiş gibi duruyor, inanan insanları inançları ve içinde bulundukları yaşamları hakkında zora sokmuştur.
Velhasıl deniz mahsulleri hakkında isteyen Müslüman “Benim mezhebim olan Hanefi mezhebi haram olduğunu beyan etmiştir. Benim kalbim de bunun pis olduğuna kanaat getirdi ve haram kabul ediyorum.” diyebilir. Ya da “Ben Hanefi mezhebi müntesibi olan birisi olarak diğer mezheplerin görüşüne tabii olmada bir sakınca görmediğim için deniz mahsullerinin de pis olduğunu düşünmememden dolayı bu konuda Şafii mezhebinin görüşüne uyuyorum.” Diyerek bu görüşü kabul edebilir. Kimse “Neden bu görüşü seçtin?” diye diğer Müslümanı kınayamaz. Yiyenlere de yemeyenlere de selam olsun...