Cumhuriyet'e giderken Osmanlı'nın mali ve siyasi durumunu çok iyi bilmek gerekir.
1800'lü yıllardan itibaren savaşlarla geçen sürede birçok dış ve iç borç almak zorunda kaldı.
Rusların Kırım'ı almak için yaptığı savaş için ilk defa dış borç almak zorunda kaldı. İngiltere, birden saf değiştirerek Osmanlı ile Rusya'yı Kırım için savaştırdı. Çünkü hasta adamdan pay almayı düşünüyordu. Aynı anda hem Rusya'ya hem de Osmanlı'ya borç para vermeye başladı. Hem de Yahudi bankalarından "tefecilik" yoluyla…
Tam 42 defa…
Bu borçları ödeyemeyince, vergi dahi toplayamaz oldu.
Vergiyi toplamak için Duyun-ı Umumiye ve Reji İdaresi adlı iki İngiliz şirketi vergi toplamaya başladı. Topladığı verginin, saltanatın devamı için
"saraya" yetecek kadarını Osmanlı'ya verdi. Geri kalanını borçlarının tahsili için el koydu.
Osmanlı, 1919 yılına gelindiğinde ekonomik yönden bitmişti.
Son Osmanlı Mebusan Meclisinin, kapatılmasından bir gün önceki son toplantısında, İstanbul halkına ekmek sağlamak için, İaşe Nazırlığı 3 milyon liralık ek ödenek istemektedir. 18 Aralık 1918 günkü oturumunda kürsüye çıkan Sinop Mebusu Fehmi Efendi, o günlerin ekonomik ve mali durumunu şöyle belirtmektedir:
"Efendiler! Üç milyon liranın ek ödenek olarak verilmesinin gerekçesini dinlerken, gerek Bakan Bey, gerek bu paranın verilmesini uygun bulanlar, başkent İstanbul halkının aç kalma tehlikesinden bahsettiler. Efendiler, rica ederim, başkent ne demektir? Hükümet merkezidir, değil mi? Burada yaşayanlar aç kalmak tehlikesi ile karşı karşıya iseler, Anadolu'nun, bu milletin asıl fedakâr ve çilekeş kitlesi olan Anadolu halkının büyük çoğunluğu yıllardır açtır, sefildir. Köylerde ancak dullarla tüyü bitmedik yetimler, sakat ihtiyarlar tarlalarda çalışıyorlar. Onların da elde ektikleri ürünleri İaşe Bakanlığı değerinin çok altında alıyor, parasını dahi ödemeden senede bağlıyor, sonra ortada bir sürü sütü bozuk vurguncu türüyor. Onların ne yediğini, ne giydiğini yıllardır düşündük mü? Biz burada bütün milleti temsil ediyoruz. Bendeniz, başkent halkı aç kalsın demiyorum fakat ekmeksiz ve donsuz kalmış Anadolu'nun acıklı durumunun asla aklımıza gelmemekte olduğunu ıstırap duyarak arz etmek için huzurunuza çıkmış bulunuyorum. Bu kürsüde gerek
Bakan Beyefendi, gerek bizler başkent halkının açlık tehlikesine karşı tedbir düşünür ve bugün bomboş olan hazineden, yeni bir borçlanma yolu ile para teminini öngörürken, mutsuz Anadolu için de bir şeyler düşünmekte olduğumuzu söyleyebilmiş olsaydık, teselli bulurduk. Çünkü zaten, yıllardır Anadolu'ya nasihat ve teselliden başka bir ilgi göstermiş değiliz. (Bravo sesleri, alkışlar ve gürültüler) Hâlâ mı Efendiler, hâlâ mı yalnızca başkent halkı?"
Türkler, en çok Anadolu'da yaşamaktadır. Üretime en çok katılan, askere gidip şehit olan, geride binlerce yetim bırakan hep Anadolu insanıdır.
İstanbul'da ise; Ermeni, Rum, Yahudi azınlıklar yaşamaktadır.
Ticaretle, el sanatlarıyla uğraşır; üçe mal ettiğini on üçe satar; büyük kârlar elde eder; İmparatorluğun kaymağını yerler.
İşte Kurtuluş Savaşı, bu şartlar altında kazanıldı.
Cumhuriyet bu bitmişlik içinde kuruldu.
Atatürk'e ne çok şeyler borçluyuz?