Kur´an-ı Kerim´de Allah-ü Teâla insanı hem meleklerden üstün hem hayvandan aşağı bir varlık olarak niteler. Tasavvuf insanı en üstün varlık mertebesine ulaştırmaya çalışan bir düşünce sistemidir.  

                Tasavvuf; aslında ‘nefis terbiyesi´dir. İnsanı en alttaki ‘nefs-i emmâre´den (hayvansal nefis) ‘nefs-i kâmile´ye (olgun nefis) ulaştırma çabasıdır. Kur´ân-ı Kerim´de bu nefislerden bahsedilir.

                Tasavvuf 12. Yüzyılda Hoca Ahmet YESEVİ tarafından ortaya konmuş bir düşünce sistemidir. Daha öncesinde ise Muhyiddin Arabî, İmam-ı Rabbani, Abdülkadir Geylani, Rufai gibi düşünürler tasavvuf düşüncesiyle ilgilenmişler ve geliştirmişlerdir.

Aslında bu düşünce sistemini diğer dinlerde de görüyoruz. Eski Yunan´da, Hinduizm´de, Musevilikte, İsevilikte de izine rastlanmaktadır. Tasavvuf; bu dinlerin etkisiyle İslâm´a uyarlanmıştır.

 Tasavvuf düşüncesi “Vahdet-i Vücud” prensibine dayanır.

VAHDET-İ VÜCUD:

Vahdet; “birlik, bir olan”;  Vücud; “varlık, var olan, gerçek varlık” demektir. Vahdet-i Vücud; prensibine göre “kâinatta gerçek olan tek varlık” vardır. Gerçek olan varlık ancak ‘Allah´tır. Allah´ın dışında hiçbir varlık  ‘gerçek varlık´ değildir.

Allah´ın dışındaki canlı, cansız diğer varlıklar ‘Allah´ın birer gölgesi´dir. Allah´tan birer parça olarak (ayrılarak) yaratılmışlardır.

Tasavvufçular bunu “ayna” örneğiyle açıklar. Bir odada 40 tane ayna olsa, odaya bir kişi girse, orada 1 tane gerçek, 40 tane gerçek olmayan varlığın görüntüsü oluşur. Allah´ın dışındaki varlıklar işte bu görüntülerdir. Fânidirler. Vakti gelince yok olacaklardır.

Ya da “okyanustan bir damla su örneğini verirler. Okyanustan bir parça su alınınca nasıl ki okyanusun suyu eksilmezse, bir parça olarak ayrılmakla da Allah´ta hiçbir eksilme olmaz,” demektedirler.

TASAVVUFTA MERTEBELER:

Tasavvufta başlangıçta kolay, gittikçe zorlaşan 7 mertebe vardır. Edebiyatımızda Allah´a ulaşmak için kullanılan yolda dikenler, yılanlar, çiyanlar, vahşi hayvanlar vardır, temsili olarak.

Tasavvufu benimseyen insan bu mertebeleri birer birer kat ederek 7. mertebeye ulaşır. Bu mertebeye “Fenafillah” mertebesi denir.

FENÂFİLLAH MERTEBESİ:

Tasavvuftaki en üst mertebedir. Bu mertebeye ulaşan insan, Allah´la bütünleşerek ölümsüzlüğe kavuşur. Artık onun için yok olmak denen bir şey yoktur. Bu mertebeye ulaşan insana “insana -ı Kâmil” (olgun insan) denir.

İNSAN-ı KAMİL:

İnsan- Kâmil; “olgun insan” demektir. İnsan-ı Kâmil; hiç günah işlememiş, ibadetlerini tam yapmış, canlı cansız bütün varlıklara iyilik etmiş, gönül kırmamış insana verilen addır. Mevlana bu insana insanüstü varlık demektedir.

DÜNYA NİMETİ:

Tasavvufçular, dünya nimetlerini reddederler. Çünkü; içerisinde dünya nimeti gibi Allah´ın dışındaki varlıklara sevgi besleyenlerin Allah´a karşı sevgilerinin azalacağını düşünürler. Ölmeyecek kadar yer, içerler. Bütün varlıkları bir aba, bir post ve bir âsâdan ibarettir.

Dünya nimetlerini istemedikleri için ölmeyecek kadar yer, içerler. Etli, sütlü, tatlı istemezler. Kuru ekmekle su dünya nimeti için yeterlidir. Onun için dervişler inceciktir.

Hacıbektaş´taki ve Ashab-ı Kefh mağarasındaki ‘delikli taşlar´ buna güzel bir örnektir.  Buralardaki deliklerden geçebilenlerin “günahsız” olduklarına inanılır.

Ölmeyecek kadar yiyip içtikleri için, insan o deliklerden kolaylıkla geçebilirler.

EDEBİYATIMIZDA TASAVVUF

Tasavvuf düşüncesi ‘Dinî – tasavvufî halk edebiyatı´nın en önemli kaynağını teşkil eder. Şairler ilahilerinde, nefeslerinde, deyişlerinde, nutuklarında… hep tasavvuftan yararlanmışlardır.

Divan şiiri de tasavvuftan etkilenmiştir. Divan şiiri önce ”Gül ile Bülbül” hikâyesine göre  ”gerçek anlamı” açıklanır, sonra da ”tasavvuf düşüncesi”ne göre yorumlanır edebalice, Divan mazmunlarını da kullanarak. Çünkü sanılanın aksine bir ‘aşk, kadın, şarap edebiyatı değildir; içerisinde birçok İslâm âlimi barındıran ”Divan Edebiyatı. ”

GÜL İLE BÜLBÜL HİKÂYESİ:

Bülbül güle âşıktır. Gülün dikeni vardır. Bülbülün yaklaşmasını istemez. Bülbül güle yaklaşmak için uğraşır. Yaklaşınca dikenleri bülbülü kanatır. Bu yüzden gül kırmızıdır.

Divan şiirinde kavuşulamayan bir aşk söz konusudur, tıpkı gül ile bülbül hikâyesindeki gibi… Divan şairlerinin tasavvufçular gibi çile çekmek istemeleri bu yüzdendir.

Divan şiirinde sevgili; Allah, seven kuldur.