Arkadaşlarım ara ara “Meal okumak istiyoruz hangisini okuyalım?” diye sormaktalar. Dil olarak bilgim dâhilinde baktığımda en beğendiğim meal, diyanet işlerinin bir heyet ile çıkardığı mealdir. Piyasadaki en iyi mealin bu olduğunu düşünüyorum. İslamoğlu’nun yazdığı meali soran kardeşime cevaben; İslamoğlu’nun mealini inceledim birçok tefsir dersini de dinledim, kendisinin piyasada hatırı sayılır bir itibarının yanında ciddi derecede tehlikeli hatalarının olduğuna kanaat getirdim (tabi bu eski dönemdeki değil yeni dönemdeki görüşleri ile alakalı). Ki bu hataları Mehmet Okuyan beyin de ara ara tasdik ettiğini gördüm, Muhammed Esed’in mealinde de benzer durumlar görülmektedir. Bu mülahazaları sizlerle paylaşmak adına da bu makaleyi ele aldım.
İslamoğlu, Kur’an’ı anlama ve öğretme adına akılcılık yolunu seçmiştir. Resulullah’ın ve sahabenin ayetler hakkındaki tefsirleri yine bu akılcılık süzgecinden geçirilmiştir. Zamanla akılcılığa uyması için Kur’an’da bahsedilen mucizeler aklın anlayacağı(!) standartlara indirgenmeye çalışılmıştır.
Bir ayetin sonu “Akıl etmez misiniz?” diyor ise o ayetin anlaşılabilmesi için akıl edilmesi gerekir, ayet “Duymaz mısınız?” diye bitiyor ise duyarsak bir ayet olur. “Görmez misiniz?” denilen ayetleri gözlemlememiz gerekmektedir. “Tefekkür etmez misiniz?” denilen ayet ile ilgili de uzun uzun analitik düşünmek lazımdır. Her ayetin ayet olması için cümlenin sonunda geçen anahtar bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Yoksa Allah “Görmez misiniz?” dediği için her ayette görsel bir öge aranmayacağı gibi “Akıl etmez misiniz?” denildiğinde de bütün Kur’an ayetleri sadece akıl ile anlaşılacaktır manası çıkmaz.
DİN: İnanılması gereken inançları anlatır ve geneli savı olmayan bilgiler içerir. Mesela kâğıt yanar dediğimizde bu cümlenin bir savı var mıdır? Evet vardır. Kâğıdı yakarız ve bu bilgi doğru mudur, değil midir kontrol edebiliriz. Ama din bize cennet ve cehennemden, cennetin kapılarından, meleklerden, cinlerden, kitapların gökten indiğinden, levhi mahfuz denen bir kayıt defterinden hatta Allah’tan bahseder. İnsan inanılması gereken şeylerin hepsinin savını bulamaz, kalbine bakar ya iman eder ya da iman etmez.
BİLİM: Savı olan meseleleri barındırır. Kâğıt yanar. Sesin hızı şöyledir. Su yüz derecede kaynar vs. bunları test edebiliriz ya da eden birisine inanırız.
İnsanların zihninde bilgiler klasör klasördür. İnanç klasörü ayrıdır, bilim klasörü ayrıdır. Bilim klasörünün içine din klasörünü atarsanız dindeki bilgilerin hepsinin savını bulmak zorunda kalırsınız. Hâlbuki inanç ve din farklıdır. Klasörleri karıştırmamak gerekir. Ne din bilim kitabıdır. Ne de bilim dindir. Hatta bilim değişkendir, binlerce yıl içerisinde söyledikleri bilgiye, aslında öyle değilmiş şimdi tespit ettik şöyleymiş diyebilmektedir. (Kuantum fiziği ilmin başı diyorlardı, şimdilerde ise aslında kuantum öyle değilmiş denilmeye başlandı) Allah’ın ezeli ilmi ve bilgisi yaratılmışların aklı ile kısıtlanacak kadar sınırlı bir bilgi değildir ki her meseleyi aklımıza sığdıralım veya şu doğru bu değil gibi bir söyleme varalım, bu bilgilerden peygambere yeten şey bizlere de yetmelidir.
İslamoğlu mealinde Kur’an’da geçen bütün mucizeleri bilimin anlayacağı, akla indirgeme ve bir kılıf bulma çabasına girmiş ve ilahi olan kitap artık bilimsel bir kitaba dönüşmüştür.
HAZRETİ İBRAHİM VE KUŞLAR MESELESİ
“İbrahim "Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!" deyince, Rabbi "Yoksa inanmıyor musun?" demişti. O "Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye" cevabını verdi. Rabbi "Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir" buyurdu.” (Bakara Suresi 260. Ayet)
Konumuz ölünün nasıl dirileceğini anlama çabasıdır. Hikmet ölçüp tartmak demektir, bir misal göstereceğiz o misali sorunun cevabı olarak ölç ve tart. (Hastalığı ölçene hikmet kelimesi kökünden hekim, davayı ölçüp biçebilene hâkim, maçı ölçüp biçebilene hakem denilir.) Allah da dünyada bir ölüyü dirilterek “Bak bu kuş öldükten sonra nasıl dirilmiş ise Allah mahşerde bütün ölenleri de öyle diriltir ey İbrahim anla!” demektedir.
Dört tane kuş al (parçala), nereden çıkarıyoruz parçala kelimesini? Çünkü “onlardan bir cüz dağlara koy” deniliyor, cüz kelimesi birleştiğinde bir bütün olabilenin bir parçası anlamındadır. Kur’an’ın otuz bölümüne de birer cüz denilir. “Sonra çağır o parçalar nasıl sana hızlıca gelecek, Allah işte böylece parçaları birleştirir ve ölüyü diriltir.” Ayet budur ama İslamoğlu bilimsel olarak ölü kuş dirilmeyeceği için “O kuşları eğit sonra çağır bak nasıl uçarak sana gelecekler.” diye meal vermiştir.
Ayette uçmak kelimesi hiç yoktur. Hatta yürüyerek hızlıca gelme kelimesi olan say kelimesi vardır. Umreye gidenler bilir, Safa ve Merve arasında say yapılır bu hızlı yürümek demektir. Mealde koşarak denilmiştir.
Peki, aklımıza uygun olsun diye kuşu eğittik ve geldi herkesin yapabileceği bir kuş eğiticiliği konumuna Hz. İbrahim Aleyhisselamı düşürdük, bunun dirilmekle alakası nedir? Asıl soru ölüleri diriltmek ile ilgili iken cevabın bununla ne alakası vardır? Tabi dil olarak bakıldığında İslamoğlu’nun Arapçaya uymayan birçok meselesi vardır. Ama mantığa uydurur iken bile konunun mantığından uzaklaşmıştır. Kuşlar uçmamıştır. Ve kuşlar gelmese idi ki eğitimli hayvanların bile söz dinlemediği zamanlar olur, o zaman Allah ölüyü diriltemez mi olurdu? Gelmeme ihtimali olan, ihtimal dâhilinde sayılabilecek bir mesele kati bir meseleye örnek gösterilemez. Bu işi kılıfına uydurmaktır.
HAZRETİ MERYEM
Hz. İsa aleyhisselam Allah’ın ayeti olan meselelerdendir. Ayet: Arapçada işaret levhasıdır yani nasıl ki Kayseri 100 km levhasını görünce bize Kayseri’yi gösteriyor ise Kur’an da ayetleri bize okuyan kitaptır. Ve o ayetler bize işaret etmektedir. Ayet ayet olduğunda Allah’ı gösterir. Biz Müslümanlar kâfirlere “Tabiatta gözlemledikleriniz asla sizin bildiğiniz gibi değildir. İşlerin arkasında biri vardır, bir yaratma gücü vardır. Bakın Hz. İsa Aleyhisselam’a, O Allah’ın ayetidir.” diyoruz.
- Al-i İmran Suresi, 59. ayet: Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi.
- Al-i İmran Suresi, 60. ayet: Gerçek, Rabbinden (gelen)dir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma.
- Meryem Suresi, 35. ayet: Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O Yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir.
- Mü'minun Suresi, 50. ayet: Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akarsuyu olan bir tepede yerleştirdik.
Allah’ın ayeti olması ona bakıldığında yaratıcının varlığını görmektir. Yani anne var ama baba yok o zaman onu rahime düşüren güç nedir? Allah’tır. İsa Aleyhisselam’a bakınca ne görürüz? Yoktan var edici olan Allah’ı görürüz. İslamoğlu bu meseleyi bilime uydurmak için hazreti Meryem’in babasız nasıl çocuk doğurduğunu bilimsel ispatlama yöntemine gitmeye çalıştı. “Hermafrodit” diye tıpta bir şey buldular, böyle hasta insanlar varmış işte Meryem böyle bir hasta cinsindendi dediler. Yani Meryem annemizin hem erkeklik organı var imiş hem de kadınlık organı var imiş ve böyle insanlara hermafrodit denilir imiş. Kendi kendini döllemiş ve İsa aleyhisselam olmuş. Siz dünyada yaratılan Âdem Aleyhisselam’ın oğulları nasıl çocuklar birbiriyle eşleşmiş, kardeş kardeşe böyle ahlaksızlık mı olur diye kendinizce itiraz ettiniz sonra değil kardeş Meryem annemiz kendi kendine döllenmiştir diye Meryem aleyhisselam mucizesini yok ettiniz? Burada ki ayet nedir?
Sizin zihin hastalığınızın adı nedir acaba? (Sizdeki ayeti merak ettik?) Peki, İsa Aleyhisselam’ın ayet olması babasızlıktan yaratma ayet değilse buradaki, İsa aleyhisselam’daki ayet nedir?
Ayette sırf bilimsel gerçeklere uymuyor diye hazreti İsa’nın emzikli halde konuşmasını da kabul etmiyorsunuz. Küçükken konuştu kelimesi bilime uymadığı için küçükken değil de konuşmaya başlayınca büyük laf etti gibi hiçbir kelimeden çıkmayacak, ayetin ayetliğini yok edecek bir mana veriyorsunuz. O halde hazreti İsa’nın Allah’ın ayeti olması nasıl oluyor?
- Bunun üzerine Meryem çocuğu işaret etti. "Beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. Cevabı çocuk verdi: "Ben Allah’ın kuluyum; O, bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Meryem Suresi 29-30. Ayetler
İslamoğlu: “Daha dünkü beşik bebesi ile nasıl konuşuruz.” Yani hazreti İsa büyük ama daha dün çocuktu, biz bunu nasıl muhatap alırız diye meal vermiş. Akla ve mantığa bürümüştür.
ABESE SURESİ
“Kör gelince suratını astı, yüzünü ekşitti.” (Abese Suresi 1-2. Ayet)
Bu yazıyı yazarken rahmetli babasının da dostum olması hasebiyle Mustafa İslamoğlu abi diye samimi bir dille mi yazsam diye düşündüm ama kendisinin peygamberime kullandığı cümle canımı çok sıktığı için İslamoğlu diye soyadını referans göstererek yazdım.
Müşrik liderler İslam hakkında konuşmak için geliyorlar, o ara hazreti Hatice annemizin dayısının oğlu Ümmü Mektum peygamberimizin yanına gelip yeni gelen ayetleri öğrenmek istiyor. Peygamberimiz (kendisi de görmediği için) şimdi sırası mı anlamında yüzünü asıyor. Cenabı Allah kimin daha hayırlı olacağını bilemeyeceğimizi öğretmek için bu konuyu ayete taşıyor. Bu ayet başta peygamberimize sonra da bizlere İslam’ı anlatacağımız şahsın fakir veya itibar edilmeyen ya da kendi halinde birisi olmasına bakmadan asıl olanın kimin öğrenme çabası var ise ona yönelmek olduğunu göstermek şeklinde yapılmış bir uyarıdır.
Ama bu İslamoğlu’nun mealine şöyle yansıdı: “O KİBİRLİ ADAM” diye başlıyor abese suresi mealine. Hadi bizi zırvalarınla ikna ettin ama mahşerde Allah Resul’ünün yüzüne nasıl bakacaksın? O KİBİRLİ ADAM dediğin kişi Allah’ın Resulüdür. Üsluba bir bakın, televizyonda tartışırken bir beyefendi maşallah ama peygamberimizden bahsederken ki terbiyesizlik asla kabul edilemez. Ayette yüzünü ekşitmesini şahsi bir olay olarak algılamış ve bu şahsi olay neden olur demiş kendince, bunun kibirden olduğuna kanaat getirmiş ve meale O KİBİRLİ ADAM diye başlamış. Diyecek kelime bulamıyorum…
Mealinin diğer kısımlarına baktığımızda da Meryem Aleyhisselam’a gökten rızık gelmedi normal yemek yedi, Âdem ve Havva kıssasında O İKİSİ denildiği halde iki kişi değil birer kavimdi, cinler cin değil yabancılardır (insanları ve cinleri ibadet için yarattım?), melekler aslında melekedir, fil vakasındaki ebabil kuşları uçan taşıyıcı varlıklar bilinmeyen cisimler bırakıyor (işi mikroba getirmeye çalışıyor), Mescidi Aksa Kudüs’deki Mescidi Aksa değil uzak mesciddir gibi birçok yanlış yorum yaptığını görebiliriz. Galiba elliden fazla mesele var ki akla uygun olsun diye kelimeleri değiştire değiştire zamanla kendi iddiasından vuruldu. (Bir kelimenin Arapça dilinde on anlamı vardır asıl anlamı, yan anlamı, işaret anlamı, mecaz anlamı vs. her bir şiirde de bir anlamı kullanılmıştır.) Kur’an’a baktığımızda hangi anlamın asıl olduğunu ancak Allah Resulü’nün verdiği manadan çıkarırız. İslamoğlu hadisleri delil kabul ettiğini söylediği halde kafasına göre anlam seçti sonra verdiği manaya “Allah böyle diyor hadis o zaman Kur’an’a uymuyor” dedi ama aslında hadis Kur’an’a değil kendisinin Kur’an’dan anladığına uymuyordu.
Öyle bir meal yazdı ki O KİBİRLİ ADAM 1400 yıldır ne Peygamberimiz, ne sahabe, ne tabiin, ne kadim ulema böyle bir mana ile karşılaşmadı. Nasıl ki Yahudileşme Temayülü adlı kitabında asıl olan Yahudi’nin kendisi değildir asıl olan Yahudi’nin zihniyetidir, Yahudileşmemek lazım diyordu ya aynı Yahudiler gibi kelimelerin yerini tahrif etti. Şahsım olarak yanlış işler yaptığına inanıyorum.
İslamoğlu’nun verdiği meallerin nahiv ve gramer açısından da izahı zaten mümkün değildir. Bu konuda özellikle Arapça bilenler için Tevilin Tahrife Dönüşmesi adlı eserde Mehmet Emin Akın (Kendisini tanımamakla birlikte kitabını incelediğimde Türkiye’de bu kadar kuvvetli Arapça bilgisine sahip birilerini görmek takdire şayandır.) hoca efendinin eserinde yaklaşık 500 sayfa İslamoğlu’nun mealindeki gramer hatalarından net bir şekilde bahsedilmektedir.
Gözlemlediğim sadece ilk söylemleri ve son söylemleri arasında dağlar oluşan bir İslamoğlu var daha sonraki söylemlerini de merak ediyoruz. Netice olarak, asla İslamoğlu’nun meal dediği kitabı önermiyorum…
Din akla hitap eder ama akla uygun olması demek beşer aklıyla bütün ayetlerin ölçülüp biçilmesi, modern bilimin kılıfına sokulması anlamına asla gelmez.