Bu cümleyi son zamanlarda çok duyduk... Kişinin, rahatsızlığını tespit edip kendi kendine terapi olabileceğine yönelik içerikler barındıran kitaplar hayli çoğalmaya başladı. Ben de size aslında bilinen ama tedavide artık kullanılmayan bir terapi metodunu hatırlatacağım.

Bin yıldan fazladır terapi ile kesin tedavi eden bir metot, hem piyasadaki kitaplar gibi insanı gaza getirmiyor. “İnan, tabiatın enerjisini hisset, aklını kullan…” gibi bir şey değil. Hakiki bir terapi metodu. Deneyimleyince hamdolsun diyeceğiniz bir metot.

Kişinin bedeni hastalandığı gibi nefsi de hastalanabilmektedir. Devamlı düzgün bir varlık olma yolunda çaba sarf etmesi gereken insanın, kötü huylarından arınması gerekmektedir. Uzun dönem aynı kötü ahlaka sahip olmak cidden ayıptır. Özellikle bizi bu hastalıkla bilmeleri, “Şu adam nasıl biridir?” diye sorulduğunda, “Cimri biridir.” demeleri, o hastalıkla bizi eş saymaları çok daha büyük bir ayıptır. Yaşadığımız süre içerisinde zaaflarımızı terbiye etmek zorundayız. Terbiye edilmeyen zaaflar zamanla büyüyerek bizlerde birçok psikolojik sorunun altyapısını oluşturmaktadır.

Müslüman bir kişinin diğer Müslüman kardeşinin elindeki malın zayi olması adına bir temennisi asla olamaz, buna haset denir. Haset, insanı için için yakar. Bu yangın zamanla kine, kızgınlığa, duygularda aşırılığa, iç konuşmalara, konuşmaların cevaba dönmesine, şizoid kişilik bozukluğuna kadar bile götürebilir.

İnsan, güneşe doğru dallanıp budaklanan bir ağaç gibidir, sadece kuruyan ve hastalanan yerlerini budamak yeterlidir. Güzel insan olmak için çaba göstermeli, gelişmemizi engelleyen her türlü hastalıktan kurtulmalıyız. Birçok rahatsızlığın temeli olan kibir, şehvet, haset, oburluk, tembellik ve öfke sadece İslam’da değil bütün dinlerde arınılması gereken kötü huylardandır. Bunlardan kurtulmak için ne yapabiliriz?

 HASTALIĞIN TESPİTİ

İnsan kendi nefsini en iyi bilen kişidir, kötü huyların gözlemlenmesini engelleyen en büyük engel, üst bir iyilikle kötülükleri meşrulaştırma yoluna gitmektir. İnsan her zaman yaptığı yanlışı meşrulaştıracak bir sebep bulma çabası içerisindedir. “Neden büyü yapıyorsunuz, ne kötü iş.” dendiğinde çocuğunun yuvasının yıkılmasını istemediği cevabını duyarız. “Ey Amerika neden Irak’ta binlerce çocuğu öldürdün?” dendiğinde gelecek nesillere demokrasi getirmek için orada olduklarını iddia ettiklerine pek çok kez şahit olmuşuzdur. Her kötülüğü üst bir iyilikle meşrulaştırmaya çalışınca insan kötülüğünün farkına varamaz. Çalar ama aslında yaptığı şeyin bir hırsızlık olmadığını savunur. Yalan söyler ama aslında onlar pembe doğrulardır. Kendince bulduğu meşru sebeplerle içinde bulunduğu kötü durumu açıklama yoluna gitmiştir. Yani aslında düzeltilmesi gereken bir yanlış yoktur onun için. İnsanoğlu kendince hep haklı ve mükemmel bir varlıktır. Fakat kendisi her ne kadar nefsini temize çıkarsa da vicdanının bu noktada bir rahatsızlığı olur.

Davranışın kötülüğünü değil davranışların arkasındaki asıl zaafı iyi bir şekilde tespit etmek lazımdır. Mesela dışarıdan iyi birisi gibi gözüküyor olabiliriz, gayet samimi davranışlarımız vardır, mütevazıyizdir ama için için hep bir beğenilme duygusu taşıyor olabiliriz. Yani aslında farkında olmadan kendimize “Bak, ne güzel insan.” Dedirtebilmek için zahirde hep iyi bir insan rolü oynamaktayızdır. Yarın mahşerde amellerin heba olmaması için, “Sen bu iyilikleri madem övülmek için yaptın ve dünyada da seni çok övdüler, nasıl da iyi adam dediler, o halde karşılığını dünyada almış oldun.” diye hüsrana uğramamak için nefsimizi kötü huylarından arındırmak zorundayız. Velhasıl, samimiyetle kendimize dönüp sıkıntının nerede olduğunu kendimiz tespit etmeliyiz.

BİLGİNİN DAVRANIŞA DÖNÜŞMESİ

Aslında birçok şeyi bildiğimiz halde neden bu bilgiler bizde bir davranışa dönüşmemektedir? Misal, faizin haram olduğunu parasını bankaya yatıran her Müslüman bilmektedir ama yatırmaya devam eder. Yahut yalanın haram olduğunu her yalan söyleyen bilir ama yalana devam eder.

Bu bilgiler sadece birer bilgi olarak vardır, kalbe yerleşmemiştir. Kalbe yerleşen bilgiler bizim amelimize yansıyan bilgilerdir. Kalben derin bir duygu ile inandığımız bilgi amele dönüşür. Mesela dinimizi değiştirir miyiz? Asla değiştirmeyiz. Neden? Çünkü bu kalbe yerleşmiş temel bir bilgidir.  Belki de asıl bilgi malumatta olan değil kalbe yerleşen bilgidir ve bilginin kalbe yerleşmesi bir temrin ile olur. Onun hakikat olduğuna kalp tamamen inanmalıdır ve kalp o bilgi ile çevrilmeye başlayınca bilgi kalbe yerleşir. Hakikati tesbih ederek, devamlı nefsimize hatırlatarak kalbe yerleştirebiliriz. Hakiki bir Müslüman olabilmek için devamlı Kur’an-ı Kerim’de “Hatırlayınız (zikrediniz)” buyrulmaktadır. Zaafımızın hilafına onu ıslah edecek bilgiyi tesbih ede ede gönlümüzü değiştirmeliyiz. Ta ki o kötü amel bizden kalkana kadar. Yanlış davranışın formatını bozup kendimizi düzeltecek ayeti tespit edip zikretmeye geçmek gerekir. Ta ki o bilgi kalbe girip o kötü hali kaldırana kadar. Hani halk tabiri ile birisine 40 gün deli derseniz deli olur derler ya... Yani tesbih aslında tekrarın kalbe sirayetini anlatan bir cümledir. Bir psikolojik terapiye ihtiyacımız yoktur çünkü terapiler aslında o davranışa iten kaygının bozulması için çokça temrin yapılan bolca para verilen tesbihatlardır. Vakayı tespit edip onu oluşturan duyguyu bozmak yeterlidir. Ya da daha doğrusu Müslümanların kendi psikolojik sorunlarını tedavi edecek bilgi eksikliğini kalpte dolduracak ve amele dönüştürecek bir metoda ihtiyaçları vardır.

HER NEFSİN HASTALIĞI KUR’AN İLE ÇÖZÜLEBİLİR

Kur’an müminler için şifanın kendisidir. Birkaç pratik ile anlatmak istediğimiz meseleyi netleştirelim.

Mesela dindar bir kaç Müslümandan darbe yiyip İslam’a ve Müslümanlara kin besleyen bir insan olabiliriz. Hâlbuki bizler de Müslümanızdır. Bizim hatalarımızdan dolayı maddi ve manevi darbe yiyen, haksızlık yaptığımız insanlar da illa ki olmuştur. Ama şeytan tam burada devreye girer “Bak Müslümanım diyen insanlar sana ne yaptılar” diye diye sirayet ettiği insanı, kendisi de inançlı olduğu halde inanan kesimden tiksinen, bu sebeple camiye ve cemaate gitmeyen, sakallı ve örtülü birisini gördüğünde rahatsız olan, elinden gelse farklı bir inanca geçmek isteyen ya da dini meseleleri tartışarak en azından kafa bulandırıp intikam alma duygusuna kapılmış bir insan haline getirir. Ama bizler Müslümanız! Nefsimiz yapılan kötülükten dolayı hastalanmış ve şeytanda bu hastalığı artırmıştır. Allah, kitabında şöyle dua etmemizi öğütleyerek bize hakikati öğretmiştir:

“Ey Rabbimiz bizi ve bizden önce gelip geçmiş inanmış kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma” (Haşr Suresi 10. Ayet)

Demek ki nefisler bu konuda hastalanacaktır ve Müslümanlar da bunu tamir edecek kelimeleri bilmelidir. Her gün sabah, öğlen ve akşam 33 defa (sayı temsilidir) bu ayeti tekrarlayalım, zikredelim. Bu ayeti kendimize tesbih edinip bir ay boyunca bu kelimeleri söyleyerek kalbimiz ve nefsimize hakikat karşısında susması gerektiğini kabul ettirelim. Nefis hakikate boyun eğince kalp de huzur bulur. Kin gider, merhamet gelir, af gelir. Hastalık da kendiliğinden kalkar.

Ya da etrafta bizim için “Bu adam cimridir” diyorlar ise çok büyük ayıptır. Bizi, bir Müslümanı cimrilik ile tanıyorlar ise bu hakikaten ayıptır. Cimrilik hastalığına mı maruz kaldık ve bu hastalık bizi yıllarca kuşattı mı? Şeytan da fırsat bilip bizi fakirlikle mi korkuttu? Allah’a borç verene Allah’ın bunu fazlasıyla geri vereceğini bildiren ayeti gönlümüze yerleştirmeden bu hastalık asla kalkmaz. “Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah onu kat kat fazlasıyla öder.” (Bakara Suresi 245. Ayet)

Eğer bunu gönlümüze yerleştirmezsek şeytanın verdiği korku ile malımızı bile yiyemeden cenazesinde arkasından cimriliği konuşulan bir insan olarak ölürüz. Hatta mal azalmasın diye imkân bulunur ise hırsızlık yapan, belki direkt çalmayan ama güçlü olduğu için hak sahibinin hakkını vermeyen, zekâtını bile vermeyen bir insan haline geliriz. Ramazan’da dağıttığımız birkaç koli ile nefsimizi kandırırız. Bunun yanı sıra diğer birçok nefsi hastalığa da kapı aralamış oluruz. Allah’a güvenmek lazımdır, fazlasıyla vereceğim diyen, malın ve mülkün sahibi, rızkın yaratıcısı olan Allah’tır. Vermekle asla mal eksilmez.

Ya da elimizde olanı saçıp savuruyor muyuz? Üç kuruş kazandık diye saçıp savuranların, halk tabiri ile maymun iştahlı olanların şeytanın kardeşi olduğu ayetini zikredip nefsimizi terbiye etmemiz gerekir.

“Saçıp savurma! Saçıp savuranlar şeytanın kardeşidirler” (İsra Suresi 27. Ayet)

Ya da ölüm bizi korkutuyor mu? Öleceğimiz gün ve saat değişmeyeceği halde devamlı kendimizi mi dinliyoruz? Bu bizde kapalı alan korkusuna, panik atağa mı yol açıyor? Ölümden sonraki dirilişe yönelik ayetlerle Allah’ın Aziz olduğunu bildiren ayetleri kalbe nakşetmek gerekir. Kalp anladığı gün atak kaybolur, isterse yirmi senedir var olsun. Kof bir alevi yirmi yıldır yersiz kaygılar ile beslemiş olduğumuzun farkına varmış oluruz.

Örnekler çoğaltılabilir, her psikolojik hastalığın insan nefsinde bir karşılığı vardır ve her davranış bir kaygıdan dolayı yapılır. Bu yazıyı okumak bile bir kaygıdır. Acaba yeni bir şey öğrenebilir miyim, acaba hakikatten bir pay alabilir miyim kaygısıdır. Şayet bir şey öğrenmeyeceğimizi bilsek kimse bir şey okumaz. Su içmek bile bir kaygıdır. Davranışların her biri bir kaygının tezahürüdür. Yanlış davranışın oluşturduğu kaygıyı tespit edip o kaygıyı silecek ayeti zikrederek gerçek bilgiyi kalbe yerleştirmek suretiyle o davranıştan kurtulabiliriz.

BİTTECRÜBE SABİT

İsterseniz anlattığım tesbihat işini bir deneyin, Faize mi bulaştınız?

“Eğer faizcilikten vazgeçmezseniz, artık Allah ve Resulüne karşı savaş açtığınızı, onların da size savaş açtığını bilin” (Bakara Suresi 279. Ayet)

Bu ayeti zihninizde bir canlandırın. Ravzayı Mutahhara’dasınız, yeşil kubbenin altında Allah’ın Resulü, ayağına kapanıp “Ya Resulullah! Anam ve babam sana feda olsun.” diyeceğiniz âlemlerin sultanı karşınızda. Yanında ashab-ı güzin efendilerimiz... Bir tarafta da faize bulaşmış hacı-hoca, inananlar, dükkân açmış Müslümanlar, kimi kızını evermiş, ev almış... Karşı karşıya toplanmışız, tam karşı karşıya. Elimizde bir kılıç ve karşılarında Allah’a rağmen herif herif duruyoruz. Bunu hayal edin! Hayal edin! Vallahi bu gerçek! Hatta savaş tek taraflı da değil. Onların da size savaş açtığını bilin deniyor. Kelleler başaklanacak bakalım bu savaşı hangi taraf kazanacak... Şimdi elinize tesbihi alıp bir ay boyunca bu ayeti tesbih edin bakalım bir ay sonra kalbinize giren bu bilgi sizi nasıl korkuya, nasıl tevbeye götürecek beraber izleyelim. İşte Kur’an tedavisi...

Velhasıl hadi başlayalım, kendimizi ve zaafımızı tespit edip onu ıslah edecek ayeti keşfedelim ve kalbimize o anlamı indirelim. Daha iyi bir insan olalım. Herkes kendini hayır üzere ıslah etmek zorundadır. Yoksa zaaflar bizi sarar. Falan kişi nasıldır diye sorulunca hiç değişkenlik göstermeden o zaafla yaşayıp, o zaafla ölen birisi olmayalım.

Nefsinin hevasını ilah edineni gördün mü?

Evet gördüm ya Rab!