Bazı insanların ellerine geçen çeşitli ıvır zıvırı evlerinin bir köşesinde biriktirmesiyle, gördüğünüzde bile kaşıntı getiren, halk tabiri ile “çöp ev” denilen evler oluşur. Halk arasında “istifçilik” denilen bu rahatsız edici durum genellikle değeri olmayan eşyaları biriktirmekle alakalıdır ve Türkiye’de bu hastalığa sahip insanların oranı yüzde 3 civarındadır. Tıptaki adı Dispozofobi rahatsızlığıdır. Kendimizce bir tanım verecek olursak: gerekli olan eşyayı ayırt etmekle başlayan, daha sonra biriktirilen eşyalarla eşyaları biriktiren kişi arasında duygusal bir bağ oluşmasıyla devam eden, zaman ilerledikçe de biriktirilen fazlalıklardan bir türlü kurtulamamakla sonuçlanan bir hastalıktır.
Çöp evlerde biriktirilen poşetler, pet şişeler vs. her yeri doldurmaktadır. Bizlerin belki bir çöp evi yok, o eşyaları gereksiz gördüğümüz için biriktirmiyoruz ama biriktiren şahıs yaşadığı olaylar karşısında “belki de lazım olur” gibi basit bir düşünceden dolayı bunları biriktirme kararı alıyor ve böylece istifleme başlamış oluyor. Tıp ilminde bu hastalığın tanımı içerisinde “değeri olmayan eşyalar” ifadesi geçmektedir. Bir eşyanın değerinin ne olduğunu kim belirlemektedir? Bir şey size göre değersizken diğerine göre değerli olabilir. Hatta bir tık daha ileriye gidersek, Allah katında bir kişinin biriktirdiği tapu ve arsalar ile diğer kişinin biriktirdiği naylon şişenin kıymet olarak ne farkı vardır? İkisi de istifçidir, ikisi de aslında aynı duygularını tatmin etmek için bir şeyler biriktirmiştir. İkisi de kendince değeri olan şeyi biriktirmek için zaman harcamış ve istiflemiştir.
Tekâsur suresi bize cahiliye Araplarının istifçilikten (elindekinin çokluğundan) ötürü övünmek isteyen insanlar olduklarını, “bizim kabilemiz ne kadar kalabalık, mezarlıklarımız bile dolu, haydi isterseniz mezarlıktaki ölüleri sayalım” diyerek bunu bile bir övünme aracı haline getirdiklerini haberdar eder. Aslında insanoğlunun genelinde bir biriktirme sevdası vardır. Bu sure “elhakumut-tekasur“ diye başlar, Bunu, “aklınıza çoğaltma fikri geldi“ diye tercüme etmek istedim. Bazı meallerde “çokluk kuruntusu sizi oyaladı” olarak geçer. (bkz. Ömer Nasuhi Bilmen Meali) El-ha (heva demektir) patadan akla gelen şeylere denir. Jetonun makineye düşmesi gibi bir şeydir. Tekasur da çokluk demektir. “Hevanıza çoğaltma geldi” gibi bir mana vardır. Ayetin devamında bu kınanmaktadır. Allah’ın bu çoğaltma sevdasını kınaması dikkatimi çekti.
Titiz insanlar, kirli ve pasaklı insanların evlerini “çöp ev yaptı, kokuyor” diye kınarlar. Fakirler zenginleri “sanki ölmeyecek, bu ne hırs ki böylesine mal biriktiriyor” diye kınarlar. Ama ayetin genel olması aslında her insanın bir biriktirme duygusu olduğunu, kendince değerli gördüğü şeyleri istifleme ve bununla övünmek gibi bir çabasının olduğunu göstermektedir. Yani bu durum aslında istatistiklerde belirtildiği gibi ülkemizde yüzde üç falan değildir. Buradaki istatistik çöp biriktirenler içindir. Toplum çöp biriktirenlerden rahatsızdır, psikolojik rahatsızlıklar kişinin kendisini değil de etrafını da etki altına sokuyor ise, işte o zaman bu durum hastalık olarak görülmektedir. Çöp biriktiren insanı tedaviye göndermek isteyenler olur ama yüzlerce tapu biriktirene “ölümlü dünyada ne yapıyorsun kardeşim, bu hastalıktır tedavi edelim” diyen olmaz.
KIYMET VERİLİP İSTİFLENİLEN ŞEYLER
İnsanlar, bazı eşyalar veya canlılarla aralarında, duygusal bir bağ oluştuğu takdirde o eşyayı veya canlıyı ilk etapta stoklama gereksinimi duyar. Fakat bu bağdan ötürü, ihtiyacını tamamlasa da kendisine dur diyemez. Mesela hayvanlar özgür iradeleri ile tabiatta yaşayabilecek donanıma sahip olmalarına rağmen, insanlar mağdur gördüğü bir hayvandan başlayıp bununla duygusal bir bağ kurarak hayvan istifler hale gelmiştir. Yüz metrekare evde kırk kedi ile yaşayan insanlar vardır. Müzik arşivi olan insanlar vardır. (Benim gibi) Muhtemelen ömrü hepsini dinlemeye yetmeyeceği halde lazım olacağı düşüncesiyle ciddi bir arşiv oluşturmuştur. Kitap istifleyenler vardır. Önemli, önemsiz; okunsun, okunmasın adeta biriktirdikleri kitaplardan evleri olan insanlar gördüm. Elbise istifleyenler vardır. Bayanlarda daha çok görülen bir durumdur. Elbise, ayakkabı ve türlü makyaj malzemelerinin istiflendiğine tanık olmamız oldukça olasıdır. Ojeler kurumuştur, hanımefendi kıyamaz, kullanmaz ama yüzlerce şişe vardır. Maket nesneler, peçete, tesbih, çakı, çakmak, madeni para istifleyenler vardır. Tamirhane açacak kadar alet edevat istifleyenler de vardır. Hatta o kadar çoktur ki tornavida lazım olsa kendininkileri kalabalıktan bulamaz yine gidip başkasından alır. Parası olup da farklı modellerde araba veya onlarca, yüzlerce, binlerce tapu biriktirenler olmuştur. DVD film-dizi istifleyenler, zamanında internet bu kadar aktif değilken istife başlamış ama önüne geçememiştir. Her şeye artık bir tıkla ulaşılabilir olduğu halde onların hard disklerinde de ayrıca film, dizi vardır. Hatta belki hepsi de izlenmiş olduğu halde duruyordur. Fotoğraf istifleyenler belki çektikleri fotoğrafları ömrü boyunca bir kere daha inceleyemeyecek kadar çok fotoğraf çekmektedirler. Ama olsun arşivde dursun belki bir gün lazım olur(!) Eskiye merakı olup da parası olmayanlar güçleri nispetince eski eşyaları biriktirirler ama zengin olanlar, kıymetli mal istifleyenler, müzeler ve koleksiyon sergileri açmışlardır. Müze olunca istifiniz daha entelektüel oluyor, kimse size “derdin nedir ki bu kadar biriktirdin” demez.
Yüzlerce örnek bulunabilir. Ben örneklerin içinde kendimi de rahatça buldum. Aslında herkesi ilgilendiren bir biriktirme sorunu vardır. Kimse kendi biriktirdiği şeyden kolay kolay vazgeçmez ve belki bu, o kişi için hayatın anlamlarından bir anlam olmuştur. Çünkü istifçi kişi aslında o eşya ile özdeşleşmiş ve eşyayla arasında duygusal bir bağ kurmuştur. Aslında kendi varlığının sınırlarını çizecek kadar istiflediği eşyaya düşkünlüğü olan insanlar vardır. O adam artık o işle bilinir.
Hatta belki geleni göndermeme duygusu organlara da yansıyıp onlarda da bir biriktirme bilinci oluşturmuştur. Belki obezite sorunlarını bu sebeple yaşayan insanlar bile olabilir.
İstifçi insanlar gerekli olan ile gereksiz olan eşyayı ayırt edemeyen akılsız kişiler falan değillerdir. Çöp bile biriktiren kişi onun çöp olduğunu gayet iyi biliyordur. İstifçi adam biriktirdiği şeyin bir kısmının lazım olma duygusunun önüne geçemeyip “belki lazım olur” düşüncesinden dolayı biriktirmeye devam eden kişidir. İleri boyutta hayatlarını zor hale getiren eşyayla, aklın sınırlarının çok ötesinde, fazlasıyla duygusal ilişkiler kurmalarıdır. Bir hataları varsa, zihinlerinin derinlerinde, eşyayı kendilerinin bir parçası sanmaları, onlara gönülden bağlanmalarıdır.
Sorun nedir denilirse, tıp açısından bilemem ama teolojik açıdan baktığımda şunları söyleyebilirim: Dünyaya geçici geldik. Atalarımızın gittiği gibi bizler de bu durakta fazla kalmayıp gideceğiz. Geçici ikametgâhlarda kalıcı işler yapmaya çalışmak bizi dünyaya daha çok bağlar. Bizler buraların değil, cennetin insanları olmalıyız ve oraya layık işler yapmak ile sınanmak için geldik. Bu dünyada bir şeyler stoklamak galiba bizim bura ile bağımızı artırmakta, bizi oyalamakta ve geliş gayemizi unutturmaktadır. Bunun için lazım olanın haricindeki fazlalıklardan kurtulmak, hatta eşyanın esiri olmamak lazımdır.
İstifleyeceğimiz gerçek iyilikleri, güzel amelleri, sadakayı cariyeleri biriktirip gitmeye bakalım.