İSLAM’DA ÖLEN KİŞİ İÇİN YAPILMASI VE YAPILMAMASI GEREKENLER
Önceden Mezar Kazdırmak:
Yaşayan birisinin yaşarken mezarının kazılı olması iyi değildir. Mezar sahibini çağırır gibi bir anlayışın aslı da yoktur. Ecel sabittir, kimse ecelinden önce ölmez.
“Onların ecelleri gelince ne bir an ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.” (Nahl Suresi 61. Ayet)
Ecel değişmeyecek ise ecelinden önce ölmek de imkânsızdır. Aslında ecel bizi daha önce ölmekten korur.
Zaruret Olmadan Otopsi Yaptırmak veya Mezar Nakli Yapmak:
Önemli bir mesele olmadıkça ölünün bedenine otopsi yapılması doğru değildir. Ölüye yapılan iş diriye yapılan iş gibidir. Ölünün kemiğini kırmak dirinin kemiğini kırmak gibidir. Ölüyü diri bir kişi gibi düşünüp meseleleri tartmak lâzımdır. Kişi öldükten sonra mezarının değiştirilmesini de İslam âlimleri bu yüzden mekruh görmüştür.
Peygamberimiz: ”Ölünün kemiğini kırmak günah itibariyle tıpkı dirinin kemiğini kırmak gibidir.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce: 1616)
Cenazeyi Bekletmek:
Cenaze görülecek diye yurt dışından yahut uzak şehirlerden gelecek akrabalarını bekleme amaçlı defni geciktirmek asla doğru değildir. Aslolan en yakın vakitte hızlıca defnetmektir.
Peygamberimiz: “Cenaze defninde acele ediniz. Eğer bu ölü iyi bir kişi ise, bu bir iyiliktir. Onu (bir an evvel kabirdeki) hayır ve sevabına ulaştırmış olursunuz. Eğer bu cenaze iyi bir kişi değilse, bu da bir ferdir. Bir an evvel omuzlarınızdan atmış olursunuz.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Cenâiz, 52)
Talkın Vermek:
Definden sonra ölüye talkın vermek (imam efendinin mezarın başında Rabbin Allah, peygamberin Hazreti Muhammed, kitabın Kur’an-ı Kerim diye hatırlatmada bulunması) hiçbir dini gerçeği olmayan uydurma bir iştir. Ne Allah Resulünden, ne sahabeden kendi dönemlerinde asla böyle bir şey gelmemiştir. Zaten kişi ölmüştür ve ne diyeceğini de ne diyemeyeceğini de bilecektir. Diller tutulacak, organlar şahitlik edecektir. Müslüman olarak ölen kişi Müslüman gibi cevap verecektir. Kâfir olarak öldü ise organları küfrüne şahadet edecektir. “Rabbini soracaklar, unutma Allah de! Kitabını sorunca Kuran-ı Kerim de! Peygamberin sorulunca Hazreti Muhammed Aleyhisselam de!” gibi ilkokul çocuğunun bileceği şeyleri tekrar etmeye, vefat eden kimseye kopya vermeye gerek yoktur.
Dinde bir defin şekli vardır. Bu defin işlemine yapılan her ekleme ve çıkarma esas olan defin işleminin yapısını bozar. İslam âlimleri “Her bid’at bir sünneti öldürür” demiştir. Talkın yapılmaya başlamakla daha önemli bir sünnetin yapılmasını engellemektedir. Nedir o sünnet? Kişi öldükten sonra yakın akrabası veya dostları bir deve kesecek kadar 10-15 dakika başında durup o sınav zamanında ona istiğfar getirirler ve dua ederler. “Allah’ım ona mağfiret et, onu bağışla, bizler onun iyiliklerine şahidiz, sen merhametlisin, bizler senin kullarınız...” gibi. Allah’ın onu bağışlaması için yalvarırlar. Ama talkın verilme çabasından dolayı bu sünneti seniyye unutulup gitmiştir. Peygamberimizin vefat edenlere yaptığı gibi mezarın başında ölü için Allah’tan af dileyerek beklemek, şayet bir yakınımız ölmüşse onu hemen bırakıp terk etmemek, onun için af ve mağfiret dilemek sünnete uygun olandır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durdu ve şöyle buyurdu:
“Kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz ve Allah’tan ona başarılar dileyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz 69)
Yapılması gereken iki şey söylenilmiştir, bağışlanma dilemek ve Allah’tan başarı talep etmek.
Amr b. As'ın (r.a.) rivayet ettiğine göre peygamberimiz şöyle demiştir:
“Beni kabrime defnettiğiniz zaman, bir deve kesip etini parçalayacak kadar mezarımın başında bekleyin ki, sizin varlığınızla yeni hayatıma alışma imkânı bulayım ve Rabbimin elçilerine vereceğim cevapları hazırlayayım.” (Müslim, İman 192)
Burada bekleyecek kişiler de yakın akrabaları ve dostları olabilir.
Cenaze Evine Yemek Yapmak:
Cenaze evine yemek yapmak doğru ve güzel bir iştir. Özellikle yakın akraba veya komşuların cenaze sahibine yemek yapmadan gitmemesi lâzımdır. Cenaze sahibinin o zor meselesinde gelenlerin yemeğini düşünmesi kötü bir iştir. Ama madem insanoğluyuz ve yemeğe ihtiyacımız vardır, o halde o kişiyi üzüntüsü ile yemek yapmakla baş başa bırakmak yerine birkaç komşu yemek hazırlayıp cenaze evini de yalnızlığa terk etmemek için beraber yemek yemek efdal olandır. Bu güzel bir sünnettir. Acılar hafifletilmelidir. Yemek yemek için gidip ev sahibini sıkıntıya düşürmek ise kötü bir iştir. Mesele düzgün bir şekilde ayırt edilmelidir. Bizim Anadolu’da vefakâr komşular kendi aralarında anlaşıp cenaze sahibini aç bırakmazlar. Yemek pişirip gider, sofrayı kurup temizlerler. Acılar paylaşıldıkça hafifler, bu ne güzel bir davranıştır. Şayet cenaze defin işlemi yapılıp cenazeye giden insanları doyurmak için ev sahibi çabalıyor ise bu hakikaten kötü bir iştir. Böyle bir yemeğe asla ihtiyaç yoktur. Herkes meselesinde mazurdur. Ama gönlü geniş bir dostu işleri organize edip gelenlere yemek işini ikram ediyor ise Allah ondan da razı olsun...
Abdullah b. Cafer (r.a.) dedi ki: “Cafer’in ölüm haberi gelince Resulullah şöyle buyurdu: “Cafer’in ailesi için yemek hazırlayın çünkü onları cenaze meşgul etti” (Tirmizi, Cenaiz: 21 Hn: 998)
Ölenin Ardından Neler Yapılır:
Ölünün arkasından yapılması gereken özel bir ibadet yoktur. Ne mevlid okutmak gerekir, ne de yedisi, kırkı vardır. Zaten İslam’da böyle bir mesele yoktur. Ama ölenin akrabaları kendilerini bu noktada vazifeli görüp ister istemez bir şeyler yapma çabası içindedirler. Üç, yedi, kırk gibi günlerde hususi olarak bir şeyler yapmaya çalışmak ayrıca kötü bir iştir. Zira yapılan iş farkına varmaksızın zamanla bu günlerde yapılması gereken zorunlu bir ibadet haline gelmektedir. “Allah’ım sen bize böyle bir mükellefiyet kılmadığın halde biz kendi kendimize bu günlerde bir mükellefiyet kıldık.” demek olur ki bu haddi aşmaktır. Bir şeyler yapılacak ise özel bir gün gözetmeden yılın herhangi bir günü ölen şahıs adına her türlü hayır yapılabilir. Önemli olan bunu belirli bir zamana sabitlememektir.
Bir kimsenin anne ve babası için özel bir şey yapmasına aslında hiç gerek yoktur. Ölenin evladı iyi bir insan olursa zaten yaptığı güzel işlerden anne ve babasına bir hak vardır. Ebeveynin hayır defterleri evlatlarının yaptığı hayırlar ile devam eder. Onlara da çocuğun sevabından eksiltilmeden bir nasip vardır. Ailesini seven kişinin iyi bir insan olması yeterlidir. Yemeği fakir fukara tarafından yenilmeyen adamın, garip gurebanın elinden tutmayan adamın, yetimin başını okşamayan adamın, namazı, zekâtı, orucu olmayan adamın babası öldü diye bir mevlid okutup şeker dağıtması o kişi için sadece bir yalandan tatmin olabilir. Hayırlı kişinin, kendisinin iyilikleri elbet ailesini bulacaktır. Hanbelî mezhebinin imamı Ahmed bin Hanbel evlatlarının hayrının babaya ulaşması için babanın da daha öncesinde dinen babalık vazifesinin hukuki boyutunu tamamlaması gerektiğini söyler. Ve çocuk doğduğunda babalık vazifesi olan akika kurbanını kesmiş olmasını asli bir şart koşar, şayet bir baba çocuklarının akikasını kesmemiş ise o babanın çocuğunun yaptığı hayırlarından nasiplenemeyeceğini zira en temel meselelerde bile babalık vazifesini icra etmediğini savunur. O halde akika kurbanınızı babanız sizin için kesmemiş ise yaptığınız hayırların ona ulaşması için siz onun adına kendinize akika kurbanını kesiniz. Yaşınızın ilerlemesi sorun olmaz. “Bu babamın bana kesmediği akika kurbanıdır.” diye kesip hem yiyebilirsiniz, hem yedirebilirsiniz. Zira adak değildir, kişi kestiği akika kurbanının etinden kendisi de yiyebilir.
"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim Vasiyet 14)
Ölene Sesli Ağlamak:
Sesli ağlamak ölüye eziyettir. Ölümün acısı bütün insanlar için kesin ve muhakkak büyüktür. Dolayısıyla ölenin ardından ağlamak da oldukça normaldir. Sınırı aşmadan ölümün ne olduğunu anlayarak ağlamak gerekir. Geçenlerde cenazeden gelen arkadaşlar, Kayseri’de 17 yaşında bir çocuğunu kaybeden gönlü geniş bir annenin sessiz bir şekilde ağlayıp gencecik yavrusu hakkında “Ne emanetini geri alandan, ne de takdirden şikâyetçi değiliz.” dediğini aktardılar. Bu bir emanettir. Sahibi tarafından bütün emanetler takdir edilen zaman gelince geri alınacaktır. Erken gitti, genç öldü, zamansız gitti gibi cümleler emanet sahibinin emanetini alacağı zamanı bilemediğine varacak kadar ukalaca cümlelerdir, yanlış işlerdir. Allah ne takdir etmişse o yerli yerindedir. Tam zamanında vefat etti, çünkü Allah öyle takdir etti. Allah rahmet eylesin.
Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Arkasından koparılan feryat (ve yakılan ağıt) sebebiyle ölüye kabrinde azap olunur.”
Bir rivâyette(Tirmizî, Cenâiz 23) "ölüye ağlandığı sürece” (azap olunur) denilmektedir. (Buhârî, Cenâiz 34; )
Bu dünyada ayrılıklar elbette zor iştir. Gönlün ölüme katlanması da zor iştir. Ama asıl zor iş 15-20 yıl sonra hepimiz ölüp mahşer günü toplanınca orada sevdiklerimizden ayrılmak olsa gerektir. Evet, işte asıl ayrılık odur. İşte o ayrılık apayrı bir ayrılıktır. Kimisi ebedidir, kimisi belki milyonlarca yıl görememektir. Sizler de şunu çok iyi biliyorsunuz ki ebeveynini, çocuğunu, eşini dostunu seven herkes şayet sevgisinde samimi ise güzel işler yapıp, güzel bir Müslüman olmak zorundadır. Defterin hayır bölümünü hem kendimiz hem de yakınlarımız için doldurmak zorundayız. Bunu yapabilir miyiz? İyi bir insan olabilir miyiz? Rabbim geçmişlerimize merhameti ile muamele etsin... Âmin...