Dernekler ve vakıflar açısından oldukça bereketli denilebilecek bir ülkede yaşıyoruz. Ecdadımız arkasından hayırlar bırakabilmek için bir kısım malından Allah rızası için vazgeçmiş ve bu malın hayırlara ulaştırabilmesi için derneklere ve vakıflara bağışlamıştır. Türk toplumundaki herkes ya bir dernek vasıtası ile ya da bağımsız olarak hayır işinin bir ucundan tutmuştur. Kimi bireysel olarak hayır etmiş kimileri ise birilerinin hayrına aracılık etmiştir. Onun için bu yazı özelde dernekler ve vakıfları ilgilendirirken genelde vicdanı olan merhametli hayırsever her Müslümanı ilgilendiren meseleleri barındırır.

 Her işin kendi içerisinde bir hukuku yani ahlaki kuralları, dikkat edilmesi gereken meseleleri vardır. Hayrı tavsiye etme ve bilinmeyen kötülüklerden korunmak için birkaç cümle yazmak istedim. Konu hassastır umarım faydalı olur.

1- DERNEK MALLARI GEÇİCİ DE OLSA ŞAHISLAR ÜZERİNE TEMLİK EDİLEMEZ.

Hayır kuruluşları vatana, millete ve dine hizmet için kurulmuş kuruluşlardır. Bu kuruluşların mal varlıkları asla şahıslar üzerine olamaz. Bunun için vakıf veya dernek kurulunca dernek tüzüğüne uygun olacak şekilde “Bu dernek bir gün kapanır veya kapatılırsa bütün mal varlığımız devlete hibedir.” diye ortak bir karar alıp dernek kayıtlarına düşmek lazımdır. Çünkü bu paralar bizzat bir şahsa değil hayır hizmetleri için verilmiş paralardır.

Örnek: Bakınız Sayın Erbakan hoca vefat etti ama evladı Refah partisinin binası babama aitti dedi. Belki de bu parti kurulur iken bu binalar yurtdışındaki gurbetçilerin gönderdikleri altınlar ve marklarla yapılmıştı. Bunun Erbakan hocanın şahsi mal varlığından olduğunu nereden biliyorsunuz? Bina rahmetli Erbakan hocaya kayıtlı olduğu için doğal olarak oğlu “Bu mirastır, babamın ise bana kalmıştır.” demektedir. Bakınız fetöcüler gitti ama bir araba falan adamın üzerinde, yurt binası başka birinin üzerinde, bağışlanan arsa tapusu filanda kayıtlı şeklinde dağıtılmıştır. Ümmetin belki de saf niyetlerle verdiği paraların bir kısmı başka birileri üzerinde olduğu için bulunamadı. Peki, bunun vebali ne olacak? Bu dernek işleri şeffaf olmalıdır. İllaki dernek gerekirse A.Ş. ( Anonim Şirket) kuracak ama bütün mal varlıkları A.Ş. üzerinde olup iyi niyetle mal veren insanların mallarına sahip çıkılacak değilse bu büyük bir vebaldir. Şayet vatana, millete ve dine hizmet için kurulmuşsanız bu işin yarın suiistimal edilmemesi için işlerinizi doğru şekilde yapınız.

2- HAYIR KURULUŞU ARACI KURUMDUR, DİLENCİLİK YAPMAMALIDIR.

“İnsanlardan hayrı istememek lazımdır.” şeklinde kadim bilge bir söz vardır. İnsanlardan bir şey isteme ki insanlar seni sevsin, insanlardan bir şey isteme ki Allah da seni sevsin. Bir kısım insanlar dilenmesin diye dernek yönetimi kendileri dileniyorlar. Ne acı bir durum, koca koca adamlar kapı kapı dilenmektedirler. Bu doğru ve ahlaklı bir iş değildir. Bir esnafın halini tamamıyla bilmiyoruz ama gidip ikide bir para istiyoruz, üçüncü gidişimizde “Selamünaleyküm” deyince adam “Eyvah! Benden yine bir şey isteyecekler.” diyor. Doğru işler yapıp medyada bunu güzelce anlatın, insanlar yardım etmek isterler ise size başvursunlar ama dernek üyeleri dilenci konumuna düşmesin. İnsanlardan bir şey istenilmez. Geceleri kalkıp bu konuda Allah’dan yardım isteyebiliriz, Allah da bize kapılar açar. O hayrı kapı kapı dolanıp yapmak bizim asli vazifemiz değildir. Müslüman’ın izzet ve şerefini kendisinin koruması gerekir.

Örnek: Sevdiğim ilim ehli zengin bir abimi ziyarete gittim. Tam muhabbete başladık, kahveler geldiği sırada bir grup hacı abim gelip caminin doğalgazı için para istediler. Yarım saat geçmeden bir grup daha bir dergi için reklam istediler, bir buçuk saat içinde üçüncü bir heyet gelip çimento istedi. Kimse boş çevrilmedi ama muhabbet de edemedik. Abim bana latife yollu “Biri selamünaleyküm diyecek diye korkar oldum, herkes benim mal varlığıma güvenip hayır işine girmiş.” dedi. Bu adam zekâtını veren birisi ama gelen hacı ağabeylerime para vermese memleket tabiri ile “görüyon mu o kadar malı var da bize şuncağız bir yardımı esirgedi” derler. Sevgili dostlar ihtiyaç sahibi ise bırakalım kendisi dilensin ama onun yerine bu işe biz öncülük etmeyelim. Bir yetim durumunu arz etti dedim ki bir hayır gelirse haberdar edeceğim. Sarraf bir abimiz “Etrafta ihtiyaç sahibi birileri var mı ?” deyince o yetimi söyledim, verdiği bir miktar parayı zarfta yetime takdim ettim. Sonra bir adam, “Geçen bir sarrafa gittim o kadar altını vardı çıkarıp bir şey vermedi” diye sitem ederken aynı sarraf arkadaştan bahsettiğini bilmiyordu. (Akşama kadar kapıda onlarca insan bir şey istiyor dernekler de cabası. İnsanları neden bıktırıyoruz?)

3- KURDUĞUMUZ VAKIF VEYA DERNEK AMAÇ DEĞİL ARAÇTIR.

 Vakfımızı amaç olarak görürsek onu ayakta tutabilmek için zamanla hukuksuzluğu meşrulaştırırız. O bir araçtır, işler ise devam eder işlemez ise de biz fakire bir şey ulaştıramaz veya gençleri yetiştiremez isek bilelim ki ne Rezzak ne de terbiye edici biz değiliz. Âlemlerin bir Rabbi vardır, kimse haddini aşmamalıdır. Gitmiyorsa, amacına ulaşmıyorsa kapatırsınız çünkü bu kurumlar bir araçtır. Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Niyetiniz belki amelinizden hayırlı olur.

Örnek: Bir gün padişah bir geyik vurur ve vezirine der ki, Evladım köye git de bir tuz satın al. Veziri, Aman efendim arazi bizim köylü bizim, biz padişahın tebaasıyız tuza da akçe mi verelim? Padişah kızar ve der ki, “Evladım zulüm böyle başlar!”

Fetöcüler vakıflarını bir araç gibi görmediler, amaç olarak algıladılar. Hukukta bir kaide vardır: Küçük hukuku çiğneyenler zamanla büyük hukuku da çiğnerler. Bir arsa aldılar ama imar yoktu, belediye başkanına “Allah rızası için imar getirsen bak hayır işi” dediler. Gelen kurbanları kesmesek zaten et Allah’a yükselmez, öğrenci yiyeceğine ona yurt yapalım sonuçta öğrenci menfaati için, deyip koyunları kesmediler bir hukuksuzluk daha işlediler. Sonra 28 Şubat’ta Müslümanlar zulüm gördü, devlette kadrolaşmalıyız torpille de olsa bizim adamlar olmalı dediler. Liyakatsiz ama kendilerine sadakatli insanları müdür yaptılar. Sonra “Acaba soruları çalıp daha çok kişiyi mi işe alsak? Sonuçta Allah rızası için” dediler. “Sırtımızı Amerika’ya mı dayasak? “ Sonra “Yahudilere destek mi versek?” derken arkaya bir baktılar ki elli merdiven çıkılmış ama hain olmuşlar. Ne zaman hain oldunuz? İlk hukuksuzluğu işlediğinizde! Şimdi onu kınayan bazı cemaatler kadrolaşma sevdasında, bir kısmı devletten vakıflarına yardım alma peşinde yani kimisi onuncu basamakta kimisi yirminci basamakta ama ellinci basamakta olanı kınıyorlar.

Kamuya ait olan bütçenin bir kısmı sadece bizimle aynı zihniyette diye toplumun bir kesimine hitap eden derneklere aktarılamaz. Hem böyle bir yönetmelik olmadığı için idareciler bu işleri kılıfına uydururken bu arada işleri kılıfına uydurmayı da öğrenmiş oluyorlar.

Bir belediye başkanı “Filanca cemaate yurt yaptık nasıl olmuş?” dediğinde “Haram işlemişsiniz.” dedim. “Neden? “dediğinde, “Sizin belediyenin vakıflara yardım etme diye bir kalemi var mı?” dedim “Yok.” dedi. “O halde ümmetin geneline ait olan bu parayı nasıl belirli bir kuruma aktardınız?” sorusuna cevap veremedi. Peki, o dernek yöneticileri bunu nasıl kabul etti?

4- HER HAYIR MUTLAKA SAHİBİNE İSPATLANMALI, GÖNÜLLER RAHAT ETTİRİLMELİDİR.

Yapılan her hayrın, kalem kalem yapan kişilere makbuzu, resmi ve videosu ile bildirilmesi gerekmektedir. Bu hayrı yapan kişinin kalbinde güven oluşması için oldukça önemlidir. Hazreti Musa “Erini keyfe tuhyil mevta”  yani “Rabbim ölüleri nasıl diriltirsin?” diye sorduğunda Cenabı Allah “Yoksa inanmıyor musun?”deyince “İnanmaz olur muyum ama kalbimin de mutmain olmasını istiyorum.” dedi. Para işlerinde mutlaka birkaç kişi hesaptan çekebilecek şekilde, harcamakla mükellefler ayrı, muhasebe ayrı kişilerde denetime alınmalıdır. Bir kişi yüz lira dahi verse hayırsevere iletilmek üzere bu paranın verildiği kişiye verilir iken videosu çekilmeli hatta mümkünse adresi vs verilip kalbini mutmain edecek işler yapılmalıdır. Bakınız sevgili yöneticiler şeffaf gitmezseniz kendi namusunuzu ve iffetinizi de koruyamazsınız. Kimse bilmez ki aldığınız araba borçtur. Oo bak iki senede dernekten malı götürdü, derler. Sonra sızlanmaya gerek yok, siz kendi iffetinizi korumaya çalışmamış iseniz sadece bir iftira olmaktan çok siz iftiraya kapı açmış olursunuz.

Örnek: Kurban bayramından bir ay önce hayvan pazarına gittim kuzular 900 TL idi. Kurbanda kesilecek hayvanın bir yaşında koyun olması şartı vardır. Şayet memlekette bir yaşında koyun bulunması imkânsız olur ise o zaman altı ayı geçmiş ama koyun gibi gözüken bir kuzu zaruretten kesilir. Koyunlara baktım bir yaşında 1500-2000 TL. Şimdi kurban kesen dernek ve devlet kuruluşları 800 liraya ne kesiyorlar? Afrika’da kesilenler kurtarabilir ama Türkiye’de ne kesiyorsunuz? Kesiyorsanız bir yaşındalar mı? Size para yatıran insanları yüzer kişilik liste yapıp kurbanlarını canlı yayında teker teker vekâlet okuyup, besmele çekip en azından adam hangisi kendisinin kurbanı bilemese bile kesildiği ile ilgili kalbi mutmain olmalıdır. Neden kalpleri mutmain etmeye çalışmazlar? Bu bütün hayırlar için böyledir. Verilen her kuruş veren şahsa ifade edilmelidir.

5- İHTİYAÇ SAHİBİNİN BEYANI ASILDIR.

Fakirin beyanı asıldır. Kimsenin durumunu biz hakkıyla bilemeyiz sonuçta zekât verenler zekât veremeyenlere zekâtı öder. Yani evi, arabası, asıl ihtiyaçları haricinde 40 bin TL’lik parası veya para değerinde malı olan kişi bu değerde malı olmayan kişilere verir. O halde bu adam zekâta en layıktır diye en fakir kişiyi bulmaya gerek yoktur. İhtiyaç sahibi olduğunu söyleyen veya bildiğimiz birilerine bu görevi ifa ederiz.

Örnek: Beş sene önce Kayseri’de bir dernek başkanı bana kasalarında 400 milyarın olduğunu söylemişti. Allah Allah dağıtsanıza kardeşim bu paralar size neden verildi. Şimdi veririz, sonra daha ehil birini görürüz ya da para işi vebal işidir ya bu adam bizi kandırıyorsa derken kimseye vermemişler. Bu bizi sakın kandırıyor olmasın biraz beklesin derken dernekler stok merkezlerine dönmüştür. Hazreti Ömer “Hazineyi dağıtın sonra da süpürün.” dediğinde birileri “Aman Ömer kötü günler gelebilir.” dediler.  Ömer, “Sizin aklınız ermez.” dedi. Hele hayır işlerinde gelen para bir gün bile beklememeli, biri bizi kandırıp yalan söylese dahi biz o parayı Allah’a borç veriyoruz, o artık bizden çıkıyor. Borcum var, çocuklar aç dedikten sonra biz beyana inanırız, bereket dağıtmaktadır. Stokta bir bereket olmaz.

Başkasının hayrını da geciktirmemek lazımdır. Minnet beklememek lazımdır.  

“Onlar sevdikleri gıdalardan yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz, size sırf Allah rızası için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de teşekkür bekliyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir günün azabından ötürü Rabbimizden korkarız” derler. (İnsan suresi 8-9-10. Ayetler)

İnsan suresi insanların özelliklerinden bahseder. Allah’ı sevdikleri için yemek yedirirler ama karşılığında teşekkür bile beklemezler çünkü o kişiye sadece Allah’ın rızası için yedirdiler. Fakirden bir beklenti yoktur. Vay ben onu yedirdim, içirdim nasıl bana nankörlük eder? demeyecekler. Biz de Allah’a hayatta yüzlerce kez nankörlük ediyoruz ama o bizim rızkımızı kesmiyor. Derdimiz birisinin bizlere tazim ile saygı duyması mı yoksa Allah’a güzel bir borç vermek mi? Herkes kendisini sorgulasın hatası varsa da düzeltsin.

Vakıf, dernek, hayır kuruluşu deyince aklıma gelen ahlaki ölçütleri yazdım. Aslında aslah (kullar için en uygun, en faydalı olan şey) bir hukuk olduğu için buna dernek hukuku demek lazımdır. Şayet hayır işlerinde bu hassasiyetleri güdüyor iseniz yolunuz cennete kadar açık olsun ama yanlışlar yapıyorsanız sadece ümmetin fakiri, fukarası ve yetimin hakkına giriyorsunuzdur ki belki de Allah size cehennemdeki yerinize hızlıca gidin diye böyle bir kapı açmıştır. Dikkatli olunması lazımdır. Birçok hayır kuruluşu hayrı yapacak yer bulamaz iken ecdadımızın hayır yapılsın, bana da bir sadaka olsun diye bağışladığı binalar vakıflar genel müdürlüğü tarafından kafelere kiraya verilmektedir. Bunu “Vakıf malı yiyen kedinin gözü kör olur” yazımda anlatmıştım. Bu konudan muzdaripim diye bir daha ifade edeyim istedim. Umarım birisi bu vebale el atar.