İnsanoğlu deneyimleyebildiği ve bu deneyimlerini tekrarlayabildiği şeyleri bir bilgi olarak kabul etmiştir. Bir olay yaşanır ve reaksiyon alınır, farklı bir zamanda aynı olayın birkaç benzeri yaşanır ve aynı tepkimeyi verir ise olayın tekrarlanabilir ve gözlemlenebilir olduğu anlamına gelir. Bu durum mevzu bahis olayın insanoğlu için bir bilgi olarak kabul edilmesine sebep olur. Örneğin suyu ısıtmaya başlarız 100 dereceye ulaştığında kaynar. Bir daha, bir daha dener ve aynı sonucu gözlemleyebilir isek bu tekrarlanabilirlik sayesinde bilimsel bir neticeye varırız. “Normal vasıftaki bir su 100 derecede kaynar” diye bir gerçeklik bilgisine ulaşırız. Buna da bilim deriz.
Biz eşyayı duyularımız ile algılarız ve duyularımız ile algıladığımız şeyleri kaydederiz. Duyularda bir değişiklik olduğunda bilgi de değişebilir. Yani kendi dünyamız ile gördüğümüz ve tekrarlanabilir olabilen şeylere bu bir bilgidir deriz.
Bilgi aslında deneysel zanların tekerrürüdür. Bunu bilgiye ulaşmak için tek yol olarak kabul ettiğimizde sanki tekrarlanamayan ama gerçek olan başka şeyler bilgi değilmiş gibi bir sonuca ulaşırız ve bilginin alanını kısıtlamış oluruz. İnanan insan için bilginin iki çeşidi vardır; birincisi gözlemlenebilen bilgidir. Bu bilgi zaman içerisinde değişiklik gösterebilir. Diğeri ise gözlem imkânı olmayan ama kat’i oluşundan şüphe duymadığımız dini bilgidir. Asıl bilgi yaratıcının evren hakkında söyledikleridir. Müslüman insanlar okudukları tabiatçı okullardan dolayı bilgiyi sadece tecrübe yoluyla gelen bilgi olarak kabul etmek zorunda bırakılmışlardır. Ki günümüzde okullarda bize öğretilen bilgiyi gerçek bilgi olarak görürsek inançlı insanlar “Evet bilgi sadece budur, işte bu nizamdır. Allah’ın koyduğu nizamın insanlar tarafından tespit edilebilmesidir. Dindeki adı da Sünnetullah’tır” şeklinde deneysel bilgiyi anlamlandırma yoluna gitmişlerdir. Hâlbuki Cenabı Allah kitapta bilgilerin ötesindeki bilgiden, babası olmayan çocuk Hazreti İsa'dan bahsetmiştir. Ateşin yakmadığı İbrahim Aleyhisselam'dan bahsetmiştir. Bir gecede vasıtasız Mekke’den Kudüs'e giden Hazreti Muhammed’den (S.A.S) bahseder, Hazreti Musa’nın asasının atılıp yılana dönüştüğünden bahseder. Camit (taşlaşmış) bir eşyanın canlıya dönüştüğü, bir tahtanın yılan olduğu, sonra da canlının camit bir varlığa geri dönüştüğünden bahseder. Yani Cenabı Allah kitabında birçok yerde bize “Eşya sizin zannettiğiniz gibi değildir” demektedir. Eşyanın hakikati insanın yaptığı birkaç gözlem olamaz. Sadece gözleme dayalı bilgiyi kabul edip hayatı anlamaya çalışmak hayata en ilkel şekli ile bakmaktır. İnsanoğlu bilginin deneyselleştirilebilir olduğunu okullarda mutlak bilgi halinde anlattığı için Müslümanlar da sanki deneysel bilgiyi tek bilgi kaynağı gibi görmeye başlamışlardır. Kur’an’da bahsedilen apriorik (deneyi olmayan hakikat) bilgiyi deneyselleştirilebilir bilgiye çevirerek Kur’an’ın metnini bozamasalar da bilgi edinme yolunu bitirmiş oldular. O halde Kur’an yolu ile gelen deneye kapalı bilgiyi deneylenebilir bilgi kılıfına sokarak güya ayetleri bilimselleştirdiler. Ya da mevcut insanların anlayabileceği bir kalıba soktuklarına inandılar. Ayette geçen “Musa denizi yardı” cümlesindeki kastın, bahsedilen mevzunun bilimselliğe uygun olması için “Gelgit olayı” olduğunu söylediler“. Hazreti Meryem, İsa aleyhisselamı babasız doğurmadı, aslında Meryem çift cinsiyetli idi, kendi kendini dölledi” dediler. İbrahim peygamber kuşları parçalayıp çağırdığında, dirilişin böyle olabileceğini gösterdiğinde “Yok parçalamadı, terbiye etti ve seslendi” dediler. İbrahim Aleyhisselam kuş terbiyecisi konumuna düştü. O halde kitap, gelecek insanlığa neyi anlatmaya çalışmış oldu? İbrahim peygamberin ne kadar güzel kuş beslediğini mi? Bunu yapanlar apriorik bilgiyi metafor olarak algılayıp tarihsel sürece sokarak deneyimden bağımsız olan bilgiyi inkâr ettiler.
Bir insanın mavi bir gözlüğü olsa ve hiç çıkarmasa anlamlandırdığı şeyler, duyular vasıtası ile filtrelendiği için gözlük camından dolayı etrafını mavi ile ilişkilendirir ama insanın algıladığı dünya aslında sadece kendi içinde bulunduğu dünya değildir. Peki, gözlüğü çıkardığımızda algıladığımız dünya kendi dünyamız mıdır? Yani bilgi illa ki deneysel bir bilgi olmak zorunda mıdır? Deneyden bağımsız bilgi yok mudur? Acaba bilgi ne kadar sabit bir şeydir?
Öklid geometrik kuralları gözlemleyip temellendirdiğinde, koyduğu kurallara “Bu bilgidir” dedi. Peki, bugün geometrik kurallara baktığımızda Öklid’in her dediğine evet diyor muyuz? Hayır. Newcomb havada makinelerin uçmasına imkânsız diyordu, Goethe denizlerin karaya değil, karaların denize yerleştiğini (neptüzizmi) savunuyordu. Galileo ağır cisimlerin hafif isimlerden daha hızlı yere düştüğü fikrini savunmuştur. 30 yıl böyle dedikten sonra öyle olmadığını öğrenmiştir. Kopernik gezegenlerin sabit bir düzlemde döndüğünü söylerken bugün toplu bir yüzüş olduğuna yönelik ifade edilen bir gerçek vardır. Geçmişte mutlak bilgidir denilen şeylerin birçoğunu bugün yalanladık. İşin aslı öyle değil şöyleymiş diye yeni bilimsel zanlar tespit ettik. Bugünkü bilgiler için yarın ne diyeceğimiz belli değil. Peki, Öklid döneminde yaşayan bir Hıristiyan belki de Öklid’in söylediklerini özümsemek için “İşte bu Sünnetullah’tır, Allah’ın koyduğu yasadır” demişti. Hâlbuki unutulan önemli bir gerçek var. Allah’ın yasasında değişme olmaz. Belki de biz Sünnetullah’ın ne olduğunu bilmiyoruz ya da böyle anlamlandırmak istiyoruz.
İnsan zihni bile zamanla değişken bir doğaya sahip iken onun yansıttığı bilgi nasıl sabit bir bilgi olabilir ki? Zihnin doğasının değişmeyeceğini nasıl bilebiliriz? Yüzyıllar boyunca devamlı değişen ve gelişen insan nesli kendinden önceki her bir nesli ilkel görmüştür.
Zaman içerisinde gözlemlediğimiz ve “Bilimsel gerçek budur” dediğimiz birçok gözlemlenebilir bilginin aslında öyle olmadığını hep bir sonraki bilimciler ispatlamıştır. Yeni nesil bilimciler kendilerinden önceki bilim insanlarının tezlerini çürüterek yola devam etmiştir ve etmektedir. Zaman ilerledikçe bugün kesin ifadelerle gerçekliği vurgulanan bilgilerin de aslında yanlış olduğunu görmemiz çok olası bir durumdur.
Bilgi için gözlemlenebilirlik vasfı bilgiyi sınırlamış, hayatı sadece bu düzlemde, yani gözlemlenebilirlik ve nedensellik unsurları ile açıklamaya gitmiştir. Allah, kutsal kitaplarında bizim gözlemleyemeyeceğimiz, deneyden bağımsız bilgiler sunmuştur. Ruh denilen bir şey var demiştir. Bugün bilimsel olarak ispatlanamayan bir bilgidir. “Siz bunu belki gözlemleyemezsiniz ama dünyada yalnız değilsiniz, cinler var haberiniz olsun.” demiştir. “Dağlara emaneti yükledik, kabul etmediler” demiştir. Dağların bile bir ruhu ve aklı olduğunu bize beyan etmiştir. Uhud Dağı sallandığında peygamberimiz asasını yere vurup “Ey Uhud! Kendine gel, üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve bir şehit var” demiştir. Bakınız peygamberimiz dağ ile konuşmuştur. Kur’an’da Hazreti Süleyman ile hayvanların konuşması aktarılmıştır. Biz hayvanların dillerini bilmediğimizden dolayı akılsız ve mantıksız zannederiz, hâlbuki gayet akıl dolu, mantık süzgeci içerisinde hayvanların konuştuklarını görmüşüzdür. Karınca: “Süleyman’ın ordusu geliyor içeri girin ki ezilmeyin” demiştir. Bu gayet akıllı ve mantıklı bir cümledir. Hüdhüd kuşu Süleyman Aleyhisselam'a akıllı ve mantıklı cevaplar sunmuştur. Hayvanlar hiç de bizim zannettiğimiz gibi değildir. Ama akıl denilen şeyi insan kendi aklı ile kıyaslandığında aynı davranışı sergilemeyen hayvanları akılsız ve mantıksız görmüştür. Çünkü mantık sürgülerini anlayamamışızdır.
İslam’ın ilk döneminde (Mekke döneminde) Allah, uzun uzun eşyadan, onun arkasında bir süreklilik kuramının olmadığından, bunun aslında devamlı bir yaratılış sürecinin parçası olduğundan, gökyüzünden, dağlardan, onların ruhu olduğundan, yıldızlardan, gökten inen hayvanlardan, gözle görmediğimiz âlemde bizlerle beraber olan cinlerden, bilimin tespit edemediği sihir denen bir olgudan, nazardan vs. bahsetmiştir. Bunlar, aynı ortamlarda tekrar tekrar tecrübe edilmesi mümkün olmayan ve belki de bugünkü bilimle tespit edilmesi de mümkün olmayan, bilginin aslı ve özüdür. İslâm, apriorik bu bilgi ile eşyayı, dünyaya gelişi, etrafımızda olup bitenleri anlamak, sonra bu anlamlandıran akıl anlayışı ile Allah’a kul olmayı teklif eden bir dindir. Ezeli ve ebedi Alim olan Allah’ın bilgisini insanın değişken ve zanni bilgisiyle kıyaslamak çok basit bir indirgeme ve aynı zamanda büyük bir hata olacaktır.
Zamanla deneysel bilginin asıl bilgi olmadığı, bağımsız bilginin asıl olduğu ki bunun da ancak ve ancak Allah ve eşya arasındaki bağı idrak ederek oluşacak bir bilgi olduğu açıktır. Değerler hiyerarşisinde Tanrıdan gelen bilgiyi insanoğlunun koyduğu bilginin yanında kıyaslanmayacak şekilde netlikle kabul edene Müslüman (apriorik bilgiye teslim olmuş, inanmış insanlar) denir. Müslüman için Cennet ve Cehennemin varlığı suyun kaynamasından daha net bir bilgidir.