TÜRK-KÜRT MESELESİ
(Said Nursi örneği)
İlk görev yerim Van´ın Erciş ilçesiydi. Kısa kaldığım ilçede oldukça güzel dostluklar dindim. Hala bazı dostlarımla görüşür konuşuruz. Yıl 1985´ti. Atatürk İlk Öğretim Okulu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak tayinim çıktığında bir hayli de tedirgindim. Tedirginliğim bölgeden ziyade İstanbul´dan oraya gitmemdi. Zira hareketli ve sosyal yönü olan birisi olarak oralarda nasıl yapacağım endişesiydi. Fakat endişemin yersiz olduğunu göreve başladıktan bir müddet sonra anladım.
Az kalmış olmama rağmen ilk kez gördüğüm ve duyduğum yerler ve işlerin olduğunu da söylemeliyim. Gördüklerimi bir tarafa bırakırsak, duyduğum ilk sözlerden biri çok sevdiğim bir dostumdan; “İbrahim as.´ın Kürt” olduğu meselesiydi. Tıpkı bazı Türkçü arkadaşların “Nuh as´ın oğlu Yasef´in Türk” olduğunu iddia etmeleri gibi. Bu ve buna benzer tezler kişinin ırkının nereye kadar gittiğini araştırmaya yönelikse bir yerde masum görülebilir. Ama ırk üstünlüğünü ispata yönelikse merduttur. (kabul edilmeyen, hoş görülmeyen, geri çevrilmiş)
Gene çok sevdiğim ve hala görüştüğüm Diyarbakırlı Kürt bir arkadaşım; “Ahmet Hocam aman konuşmalarınızda Kürtleri aşağılayıcı bir şeyler söylemeyin. Durum çok nazik. Olumsuz bir tepkiyle karşılaşabilirsin” demişti. Konuşmasına dikkat eden birisi olmama rağmen dostumun ikazına sevindim. Çünkü o günlerde PKK´nın eylemlere henüz başladığı günlerdi. Bölge insanlarından bazılarının “TC”, “Batı” diyerek ülkenin bir bölümünü ayırt edici söylemleri de dikkatimden kaçmıyordu.
1985´ten 2017´ye 32 yıl geçti. Köprünün altından ne sular aktı neler yaşandı/yaşanıyor. Tüm bu yaşananlar tarihteki bazı şahısları gündeme getirdi. Bir ülkedeki olumsuzlukların bertaraf edilmesinde, siyasetçilerle beraber tüm vatandaşlara rol düşer. Özellikle sözü sohbeti dinlenen öncü ve önder kişiler bu konuda çok önemlidir.
Genel anlamda iki dönemden ve iki kişiden bahsetmek isterim. Yavuz Sultan´ın “Doğu Seferi” ve “İslam Birliği” esnasındaki rolü itibariyle İdris-i Bitlisî, Cumhuriyetin kuruluşu esnasında oynadığı rolü itibariyle de Said Nursi´den. İsmi geçen her iki şahısta Kürt´tür ve Osmanlı vatandaşıdır. Bu anlayıştan hareketle hayatları incelenebilir. Türklerle Kürtlerin nasıl olması ve nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda önce Said Nursi´den bahsetmek istiyorum. Bir başka yazımda da İdris-i Bitlisi ve yaptıklarından bahsedeceğim.
Said Nursi Van´da üniversite açılması konusunda görüş ve düşüncelerini almak için gittiği İstanbul´da Sultan Abdülhamit´e: “Ben Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvalimi Kürdistan kapanıyla tartmalı, hassas olan medeni İstanbul mizanıyla tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, maden-i saadetimiz olan İstanbul´dan önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de çoğu Kürtleri tımarhaneye sevk etmek lazım gelir.”
Bölge şartlarının dikkate alınmasını isteyen Said Nursî Türkleri ve Kürtleri şöyle tanımlıyor:
“…Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmumuz (birlikte) iyi insan oluruz… İstibdat (baskı) zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi bin batman itaat ve ittihat (birlik) farzdır.
Elhasıl: İttifakta kuvvet var. İttihatta hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaat-ı hükümette selamet var…”
Abdülhamit´in ihsanını, Mustafa Kemal´in yüksek maaşını –ben maaş dilencisi değilim diyerek- kabul etmeyen Said Nursî, Celal Bayar ve Adnan Menderes´e uzun ve nezih bir mektup yazmıştır. Bu mektupta ağırlıklı olarak Van´da kurmayı düşündüğü üniversiteyle ilgili mütalaasını arz ederken aynı zamanda ırkçılığa vurgu yaparak dikkatli olunmasını istemiştir…
Irk konusunda Ziya Gökalp´i şiddetle eleştirmekle beraber, Türkçülüğe ve menfi milliyetçiliğe karşı tepki göstermiştir.
Muhtariyet konusunda çok hassas olan Said Nursî bir zamanlar gündeme geldiğinde şunları söyler: “…Kürtler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler. Eğer Kürtlerin serbestiyet-i inkişafını düşünmek lazım gelirse bunu BogosNubar´la, Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliye düşünür.
Hülasa: Kürtler bu hususta kimsenin tavassut ve müdahalesine muhtaç değildir.”
Said Nursî bütün hayatı boyunca ümmetçi İslam anlayışının bir gereği olarak Kürt-Türk kardeşliğini savunmuş ve her iki milletin de hukuklarının muhafaza altına alındığı İslam birliğini arzulamıştır. Kürtleri inkâr ve asimile etme anlayışına sahip olan Türk ırkçılarına da, Türklerden ayrılarak bir Kürt devleti kurmak fikrinde olan Kürt ulusalcılarına da karşı çıkmıştır.
O ne ulusalcı-milliyetçi bir Kürt; ne de Kürtlerin kimliği ve hukuklarını yok sayan bir inkârcıdır. Yaşadığı toprakların gerçeklerini çok iyi bilen biridir. Yaklaşım ve çözümlerini bu anlayış üzerine bina etmiştir.
Bu konuda söyledikleriyle, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla insanlığa örneklik teşkil eden Said Nursî´ye rahmet diliyorum.
Ahmet BELADA