Pir Sami, Salih Baba, Terzi Baba, Cibinli Baba, Fahri Korutürk, Şemsettin Günaltay,
Yıldırım Akbulut, Binali Yıldırım, Vecdi Gönül, Mustafa Sarıgül
Doğu Perinçek gibi yer altı ve yer üstü mümeyyiz zevatı bağrından çıkartan
“Kareli defter gibi şehir”
E R Z İ N C A N
(14-17 Şubat 2019)
Gel ey can bülbülü gaflette kalma
Muhabbet güllerin görmek dilersen
Bekâ mülküne azmet fâni olma
Muhabbet güllerin görmek dilesen
Hakikat meyvesin dermek dilersen
Tabelada şehir merkezinin 138 bin beş yüz, toplam nüfusu ise 236 bin olan Erzincan bakır işçiliği, tulum peyniri, Ergani dağı, Karasu Nehri ve 15 km’lik kayak merkezini; yetiştirdiği bir birinden değerli bilim ve siyaset insanını bünyesinde barındırmış/barındırmaktadır. Evliyalar şehri Erzincan, deprem kuşağında olmasından mı, yoksa iş bulma saikıyla mi bilinmez çok göç vermektedir. Bir yetkilinin ifadesiyle dışarı göç edenlerle birlikte Erzincanlıların toplam nüfusu bir milyonun üzerindedir. Göçün dezavantajı maalesef tersine göçle şehrin demografik yapısının olumsuz anlamda değiştirmektedir.
Anlatılanlardan, kitap ve basılı yayınlardan edindiğim bilgiden de hareketle insanlarla biraz konuştuğunuzda her Erzincanlı bir şekilde konuyu 1939 depremine* getiriyor. Nasıl getirmesin ki, o depremde deyim yerindeyse şehir tamamen yıkılmış. Şehir yıkılırken Erzincanlıların da can ve malının yanı sıra ümidi ve geleceği de yıkılmış. Verilere göre o zelzelede 39 bin insan ölmüş. Aynı tarihlerde Ankara’nın nüfusu elli yedi binlerde iken Erzincan’ın nüfusu 55 binmiş. Şimdiki durum malum.
Gene 1992 yılında meydana gelen deprem, şehre olduğu kadar insanlarda da ciddi hasara sebebiyet vermiş. Resmi kayıtlara göre her ne kadar 39 depreminde olduğu kadar büyük yıkım ve ölüm olayı yaşanmamışsa da bu depremin de psikolojik yıkımı fazla olmuş. 92 depreminde 600 civarında insan ölmüş.
Her musibetten ders alacak insan için olumlu olduğu kadar olumsuz yönler de vardır. Erzincan ve Erzincanlıları mahveden 39 depreminden sonra önce almanlar tarafından tek katlı deprem evleri yapılmış. Günümüze kadar varlığını sürdüren evler her ne kadar günümüz şartlarına göre fazla bir kullanma imkânı kalmamışsa da hala ayaktadır. (Günümüzde o evlere sahip olan Erzincanlılar kat karşılığı evlerini müteahhitlere vermekteler.)
Depremden dolayı Erzincan’da en fazla beş, daha çok ta dört katlı binalar yapılmaktadır. Yatay binaların varlığı insanı mutlu ediyor. Şehirde göz estetiğini rahatsız edecek yüksek binalar yok. Bu durumu teyiden kabilinden vali Ali Arslantaş şehir hakkında bilgi verirken: “Çıkmaz sokağı olmayan düzgün ve düzeyli yapılanmasıyla kareli defter gibi” diyor.
Tüm şehirlerimizde olduğu gibi Erzincan’ın da en büyük handikabı ne eksen bitecek şekilde verimli toprağı, tarım arazisini maalesef imara açmışlar. Oysa dört tarafı dağlarla çevrili can Erzincan’ın güzelim arazisi gene maalesef mahvetmişler. Umarım karar verici yetkililer bundan sonra yapılacak olanlara dikkat ederler.
Çünkü Erzincan, sert soğuğuyla Sivas, gene kar ve şiddetli soğuğuyla meşhur Erzurum’a komşu olmasına rağmen yetişen birbirinden güzel sebze ve meyvesiyle adeta doğunun tahıl ve meyve ambarı mesabesindedir. Şehir Karasu Nehri’nin iki yakasına kurulmuş olup, Rus işgalinden 13 Şubat 1918 tarihinde kurtulmuş.
Erzincan dendi mi benim için Erdebil tekkesinin meşhur Şah ve Sultanı, Şia’nın seyrini değiştiren, askerlerinin başına taktırdığı kırmızı başlıktan dolayı Aleviliğe yeni bir ivme kazandıran, Osmanlı sulatanı II. Beyazıt’la adeta dalga geçen, dedesiyle büyük üne kavuşan ve hatta Erdebil Tekkesine her türlü katkıyı sağlamış olmasına rağmen dedesi Uzun Hasan’ın devleti Akkoyunlulara son veren Şah İsmail geliyor.
O ki, öldürülme korkusuyla yedi yaşından on dört yaşına kadar oradan oraya gizli gizli dolaşan, gizlenen on dört yaşından sonra da saklandığı Erzincan’dan çıkarak oluşturduğu bin beş yüz kişilik ordusuyla Safavilerin başına geçen Şah İsmail geliyor. Şah İsmail dendi mi de Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim’le yaptığı savaş ve kaybedişi aklıma geliyor.
Tarih deyince bir hususa daha temas etmek gerekiyor. Erzincan’ın tarihi eski, maalesef tarihi mirası fazla yoktur. Yukarda da bahsettiğim gibi 1939 depremiyle tüm şehir yerle bir olmuş, yerle bir olurken de tüm tarihi mirası da maalesef yok olmuş.
HATIRA
Kiminin gönlü san’atta kininin zevk-i işrette
Kiminin câh-ı devlette bu esrârı nemîdânem
Kimi Allah’ı zikreyler kimi malını fikreyler
Kimi haline şükreyler bu esrârı nemîdânem
39 depremi deyince buralarda sıklıkla anlatılan bir hatırayı sizlerle paylaşayım. Hapiste kalıp depremde ölmeyen mahkûmlara, enkaz altında kalanlara yardımcı olmaları için dışarı çıkmalarına izin verilmiş. İzin verirken de dönemin yetkilileri işleri bitince tekrar cezaevine gelmelerini istemişler.
Mahkûmlar kendilerine verilen görevi yerine getirdikten sonra bir eksiksiz gerisin geri dönmüşler. Onların bu insani jestlerine karşılık Türkiye Büyük Millet Meclisi bir başka jest yaparak tüm mahkûmları serbest bırakmışlar.
14 Şubat sevgililer günü saat 23.45’de gittiğimiz Erzincan’dan 17 Şubat sabah saat 6.05’de Anadolu jet (THY) uçağı ile sorunsuz vaziyette, arkamızda birbirinden güzel etkinlikler bırakarak döndük. Her gittiğimiz şehirde olduğu gibi şehre vardığımızda gecenin biri olmasına rağmen il müftümüz M. Emin Çetin Bey müftülüğümüzün hemen tüm personeliyle orada olduğu gibi valilik, belediye ve üniversiteden yetkililer bizleri karşılamaya gelmiş. Havaalanında kısa dinlenmenin ardından istirahat için otelimize geçtik.
Ertesi sabah önce makamında vali Bey’i ardından 3. Ordu komutanlığını ziyaret ettik. Bu ziyaret üzerinde biraz durmak istiyorum. 3. Ordu Türk Kara Kuvvetleri'ne bağlı 4 ordudan biridir. Komutanlığın merkezi Erzincan'da bulunmaktadır. Ermenistan ve Gürcistan sınırını kontrol etmektedir. Kuruluş amacı ve ordunun burada olmasının başlıca sebebi o zamanki Sovyet Rusya'dan gelebilecek muhtemel tehditlere karşı kurulmuştur. Kuruluş tarihi 1923 olan ordu Türkiye’nin 1/5’ni kontrol etmektedir. Elazığ’daki 8. ve Erzurum’daki 9. Kolordu komutanlığı üçüncü orduya bağlıdır.
Ordu komutanı Orgeneral İsmail Serdar Savaş Diyanet heyetini karargâhın kapısında karşıladı. Ziyaretten duyduğu memnuniyeti anlatırken komutanın gözleri gülüyordu. Eğer yanlış anlamadıysam Diyanet İşleri Başkanlığı düzeyinde ilk ziyaretmiş. Komutanımız dine ve din adamlarına olan ihtiyaçtan bahsederken, Diyanet İşleri Başkanı da her sabah namazından sonra daima askerimizin yanında olduğumuzu, Afrin olayları esnasında her sabah Fetih suresinin okunduğundan bahsetti. Karşılıklı iyi niyet ve güzel temennilerin ardından oradan ayrıldık
MÜFTÜLÜK ZİYARETİMİZ
Cemi’i âlemin ilmin bilen hem bildiren Allah
Ebü’l ervah bilir ancak seni taksim hisâbından
Hiç şüphesiz dini hayatın illerdeki en önde belirleyicisi müftülerimizdir. Nasıl bir okul, okul müdürü kadarsa, illerdeki dini hayatta müftülerimiz kadardır. Elbette bu ifademle yegâne dinin sahibi ve savunucusu müftülerimiz demek istemiyorsam. Fakat illerdeki dini hayatı belirlemede müftü de mutlaka olması gerekir. Hal böyle olunca ilmi birikimi, çağı okuyan vizyoner hali ve temsil kabiliyetiyle müftülerimiz oldukça donanımlı olmalıdır. Müftülerimizin donanımlı olduğu kadar müftülüklerimiz de güzel olmalıdır.
Yakın tarihe kadar müftülüklerimizin kahir ekseriyeti illerde valiliklerin bir katında veya bir odasında, ilçelerde kaymakamlıkların bir odası veya bir katında temsil edilmekteydiler. Günümüzde bir takım eksikliklerine rağmen müftülerimizin çoğu gayet idealist insanlardan oluşurken; müftülüklerimizin de birçoğu müstakil binalarında daha iyi hizmet vermeye çalışmaktadırlar.
Her ne kadar mükemmelliğin sınırı yoksa da Erzincan müftümüz değerli kardeşim Mehmet Emin Çetin’i ve müftülüğümüzü çok beğendiğimi söylemeliyim.
Müftülükte otururken Özel İdareye tahsisli binanın müftülüğümüze devri konusunda epeyce muhabbet ettik. Mevzu Özel İdare olunca eski bir Özel İdareci olarak değerli Başkanım durum hakkında bilgi istedi. Gerekli açıklamayı yaptıktan sonra orada bulunan Erzincan milletvekili Süleyman Kahraman Bey’i kastederek mini bir dokunuşta bulunursa halledileceğini söyledim.
Elbette mekânlar güzel ama asıl olan mekânlardan ziyade daha çok mekânları kullanan idealist yöneticilerdir. Erzincan’da da başta müftümüz olmak üzere, ilçe müftülerimiz ve diğer personelimizde o heyecan ve enerjiyi gördüm.
ÜNİVERSİTE
Gül bülbülü gördü çıktı kâbından
Bülbüller uyandı kalktı hâbından
Pervaneler geçti ateş bâbından
Azmeyledi gülistândan içeru
Yirmi dört bin beş yüz talebesiyle Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi şehrin yüz akı. Rektör Prof. Dr. Akın Levent, rektör Yardımcıları ve dekanlarıyla üniversitenin gelişmesi için büyük bir çabaları var. Erzincan Binali Yıldırım üniversitesi müstakil olarak 2006 yılında kurulmuş olmasına rağmen 11 fakültesi, 13 yüksekokul ve birçok müştemilatı bulunmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş “İslam ve Gençlik” konulu güzel bir konferans verdi. Konferansta “Kötülüklerle mücadelenin en iyi yolu, iyilikleri çoğaltmak olduğunu, Hz. Peygamber, gençlerle insanlığı İslam’a davet ettiğini, amacımız, Hz. İsmail’in teslimiyetine sahip gençler yetiştirmek olduğunu, Müslümanlar, tarih boyunca hukukun ve adaletin teminatı olduğunu, İslam’da bilginin ana gayesi, Allah’a kul, insanlara faydalı olmak ve yeryüzünü imar etmek olduğunu söyledi. Konferansın ardından Diyanet İşleri Başkanı üniversite camisinde hutbe okuyup, Cuma namazı kıldırdı. Gençlerin Başkan’a karşı büyük bir teveccühü oldu.
HATIRA
Yemek sonrası hocalarla çay içip muhabbet ederken Sayın Binali Yıldırım’ın Ulaştırma Bakanlığı, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da Başbakanlık yaptığı dönemde aralarında şöyle bir diyalog geçer.
Binali Yıldırım hacca gitmiş. Yıldırım Medine’deyken Başbakan’da Urfa’da halka hitap ediyormuş. Urfa’da kara yollarıyla alakalı bir soru sorulur. Başbakan da derhal Binali Bey’i aramış:
Başbakan: Binali Bey neredesiniz?
Ulaştırma Bakanı: Efendim siz neredesiniz?
Başbakan: Peygamberler şehri Urfa’da
Ulaştırma Bakanı: Ben de Peygamber şehri Medine’deyim
Başbakan: Ben size kimse hacca gitmeyecek demedim mi?.. Diye sitem etmiş ardından da biliyorsunuz Osmanlı’da sultanlar Hacca gitmezlerdi. Deyince;
Ulaştırma Bakanı: Efendim “sultan” sizsiniz diyerek ortamı yumuşatmaya çakışmış…
BELEDİYE
İlahi cümlemizi sakla şerden,
Bu Erzincan’ı sakal her kederden.
Terzi Baba
Bir arkadaşıma; ‘Belediye Başkanlığı seçimlerinin yaklaştığı günümüzde iki vekilimiz (Süleyman Kahraman, Burhan Çakır) ve Belediye Başkanı Cemalettin Başsoy hemen her yere bizimle gelmelerinin iki sebebi var;
A) Ya yanımızda bulunarak propagandalarını bizim üzerimizden yapmaktalar…
B) Veya seçim sonucunu çok kesin gördüklerinden dedim.
Fakat her şeye rağmen Belediye hizmetlerini dışardan bakan birisi olarak iyi gördüğümü, iyi bulduğumu söylemeliyim. Fakat Belediye’yi ziyaretimizde Başkan Belediye’ye varışımızda mehter marşıyla karşıladı.
Belediye Başkanının slayt eşliğinde verdiği brifingde de gördük ki, bizim dışardan gördüklerimiz boşa değilmiş. Parklar, bahçeler, yeşil alanlar, kalem gibi düzgün bakımlı yollar ve mezarlıklarla beraber, türbelerin özellikle de Pir Sami türbesi ve etrafında oluşturulan bahçe düzenlemesi, Murat Uslu Bey’in büyük gayretleriyle Belediye tarafından halkın hizmetine sunulan “Muhabbethane” ve yanı başındaki otantik anlamdaki mescit görmeye değer…
PİR SAMİ KURAN KURSU AÇILIŞI
Bed olunsun besmeleyle hamdeleyle evsati
Salveleyle hatmolunsun bula cânlar izzeti
Çok salât ile selam olsun resulü Ahmed’e
Bu kadar isyân ile bizlere demiş “ümmeti”
Kursun açılışında üç kuşak müftülerimiz Erzincan’daydı. Şimdilerde Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevini ifa eden Erzincan doğumlu değerli Burhan İşliyen Bey, halefi Diyarbakır müftüsü Yavuz Selim Karabayır ve yeni müftümüz M. Emin Çetin. Belli ki açılışı yapılacak olan Pir Sami Kuran Kursu her üç müftümüz için de ayrı bir öneme haiz. Sadece müftülerimiz değil, özellikle Belediye başkanı, milletvekilleri, Erzincan halkı ve vali Bey’de bu kursu çok önemsiyor. Kurs açılışı yağmurlu ve soğuk bir günde olmasına rağmen halkın da bir hayli teveccühü vardı. Gerekli konuşmacıların yanı sıra vali Bey’in konuşması esnasında bir önceki müftü Yavuz Bey’i kürsüye çağırması doğrusu iyi bir vefa örneğiydi.
Bu kurs diğer kurslardan bir kurs olmasına rağmen, diğerlerinden farklı bir takım özelliği, özellikleri var veya olacağa benziyor –başarılı olması halinde- klasik medreseyle mevcut kursları mezcedecek vaziyette kurgulanmış. Hizmete giren bu Kursta, bir taraftan Kuran eğitimi verilirken diğer taraftan Arapça ve benzeri dersler de okutulacak. Tekrar söylemek istiyorum. Eğer bu kursumuz söylenen şekilde hizmet verilebilirse veya uygulanabilirse Türkiye geneline iyi bir örneklik teşkil edebilir. İnşallah her şey planlandığı ve düşünüldüğü gibi gerçekleşir.
STK TOPLANTISI
Valinin (Süleyman Paşa) koyduğu ek vergiden dolayı acizlenen halkın menfaatini savunan “Küçük Müftü” ye (Arif Efendi) hanımı vasıtasıyla yaşlı bir kadın (Nesibe Nine): “Müftü oğluma söyle üzülmesin Erzincan toprağı zulme dayanmaz” Terzi Baba s.10
Her şehir buluşmasında olduğu gibi Erzincan buluşmasında da STK (Sivil Toplum Kuruluşları) toplantısı gerçekleşti. Ticaret Odası ile Müftülüğün müşterek organizesiyle gerçekleşen toplantıya Erzincan’daki hemen tüm STK temsilcileri davet edilmiş. Müftü Bey’in, Belediye Başkanının, Milletvekillerinin (iki), vali Bey ve Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmalarının ardında STK temsilcilerine söz verildi. Konuşmayı Başkan bizzat yönetti. Yaklaşık 12-13 kişi ve kuruluşun yetkilisi söz aldı. Tasvip, tenkit ve önerilerini gönül rahatlığı içinde dile getirdiler. Diyanet olarak bu toplantıyı çok önemsiyoruz.
Diyanetin şehir buluşmalarını çok iyi buluyorum. Diyanet personeli başta olmak üzere gidilen şehrin hemen tüm katmanlarıyla bir şekilde temas kurulmaktadır. Bir taraftan Diyanetin yaptığı faaliyetler anlatılırken, diğer taraftan o şehrin insanları da dinlenmekte. Ne kadar öncesinden yapılıyor bilmiyorum ama orada kaldığımız müddetçe Diyanet İşleri Başkanının resmiyle beraber icra edilecek program billboardlarda ilan ediliyor. Ayrıca yazılı ve görsel medya bu haberlerle çalkalanıyor. Şehir biz orada bulunduğumuz müddetçe dini ve Diyanet’i konuşuyor. Öyle sanıyorum ki, bizler ayrıldıktan sonra da konuşulduğumuzu düşünüyorum.
ALEVİLER
Seni sen kurtaramazsın ara bul kâmil insanı
Gider bu “ahsen-i takvim” olursun sonra çok pişman
Bazı illerde olduğu gibi buradaki STK toplantısında da Dede/ler söz aldı. Devletten olduğu gibi Diyanetten de bazı talepleri oldu. Dede ve aleviler deyince İslam’ın farklı bir yorumu, ayrı bir mezhep (Şia/Nusayri) olan Erzincan Alevileri hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Erzincan’ın yaklaşık %30-35’ini aleviler teşkil etmektedir. Fakat diğer illerdeki Alevilerden farklı olarak buradaki Alevilerle sair halk birbiriyle çok güzel anlaşmaktalar. Bir diğer unsur buradaki Alevilerin kahir ekseriyeti Türkmenlerden çok azı Zaza’lardan oluşmaktadır.
REYHAN VAKFI
Dertli gönül âh eyleme
Derdine derman ara bul
Her yerde derdin söyleme
Derdine derman ara bul
Abdürrahim Efendinin Karakaya’daki evi ve dergâhı
Değerli Erzincan müftümüz Mehmet Emin Çetin Bey benim de geleceğimi öğrenince telefonla ekstra bir isteğimin olup olmadığını sordu. “Hocam kişisel bir talebim yok. Varsa medrese orayı, birde çok duyduğum “Yedi Güzel Adam” diye maruf olan insanların bir kısmının da şeyhliğini yapan zatı görmek isterim.” Dedim.
Cumartesi günü Cami Kebir muhteşem sabah namazı buluşmasının ardından kaldığımız otelin bir salonunda ilçe müftülerimizle yapmakta olduğumuz toplantının sonuna doğru Erzincanlı değerli Başkan Yrd. Nurhan İşliyen, il müftümüzün daha önce görüşüp ayarladığı konuştukça sevdiğim sevdikçe değerli bulduğum Terzi Baba mezarlığında makamı bulunan belediye Mezarlıklar Md. Murat Uslu Bey’in dışarda beni beklediğini söyledi. Başkandan izin isteyerek dışarı çıktım.
Birlikte hizmet gördüğü mekâna gittik. Çayımız gelir-gelmez öteden beri görmediği halde birbirini bekleyen, konuşacak birçok mevzusu bulunan iki insan gibi hemencecik konuşmaya başladık. Zaten öyle değil midir? Bildiğini paylaşacak, anlatacak birini bulmak bulduğuyla da hasbihal etmek. Sanki bizimki de biraz öyle oldu. Bir müddet muhabbet ettikten sonra Abdürrahim Efendi’den, onların buradaki çalışmalarından, eğer varsa temsilcileriyle görüşmek istediğimi söyledim. Hemen telefon ederek Erzincan’daki görevli Mustafa Ayaz Bey’e bizden bahsederek bulunduğu yere, eğer arzu ederse bulunduğumuz yere gidebileceğimizi/gelebileceğini sorduk. O nezaket buyurarak bizim bulunduğumuz yere yani Terzi Baba mezarlığına geldi.
Doyumsuz bir muhabbetimiz oldu. Bilahare “Ekşi Su” diye bilinen, yer altından altı ayrı pınardan cazibeli bir şekilde gelen, piyasada soda olarak içtiğimiz su çıkmakta. Nitekim o pınarlardan iki tanesinde Kızılay dolum yapmaktadır. Az da olsa tabi olarak içme imkânı bulduk. Belediye tarafından oluşturulan suni havuz, minyatür denecek evsafta estetik boğaz köprüsü, çevre düzenlemesi, sayfiye alanları, sosyal tesisleriyle Erzincanlılara keyifli zaman geçirebilecekleri güzel bir mekân oluşturulmuş.
Orada bir müddet oturup çay içtikten sonra Abdürrahim efendinin irşat faaliyetlerinde bulunduğu Üzümlü ilçesine bağlı önceleri beldeyken nüfus azlığından köye dönüşen Karakaya’ya gittik. Karakaya’nın önceki ismi Keleriş (Gelde Eriş) olarak geçmektedir.
Birçok âlim ve şeyhin yaşadığı söylenen Karakaya’yla alakalı ilginç bir de hikâye anlatılmakta; Fatih’le Uzun Hasan arasında vuku bulan Otlukbeli Savaşı** öncesinde Uzun Hasan buraya yani Karakaya’ya gelir. O zaman burada yaşamakta olan Şeyh Muhammed Efendiyle yapmayı düşündüğü savaş konusunda duasını ve görüşlerini almak ister. O zatta nasihatin de; bu savaşa girmemesini iki komutanın da Müslüman olduğunu, Müslümanı Müslümana kırdırmaması gerektiğini, tüm bu olanlara savaşa girmesi halinde de kaybedeceğini söyler…
Önce Abdürrahim Efendi’nin irşat faaliyetinde bulunduğu sonradan yaptırılan şimdilerde kimsenin bulunmadığı ancak ziyarete gelenlerin gezip görebildikleri bir mekân. Orada bir müddet durduktan sonra yaklaşan ikindi namazını orada kıldık. Namaza müteakiben orada yaşayan Muhammed amca evinde çay ikram etmek istedi. Kırmadık. Çay öncesi Reyhan Vakfının ve tarikatın Erzincan mümessili eski İmam-Hatip Lisesi Md. Şimdi de Anadolu Lisesi Md. Aynı zamanda Edebiyat hocası Mustafa Ayaz Bey kısa bir hatme yaptırdı. Ardında Anadolu’nun cömert insanı çay derken, çayın yanı sıra birçok yiyecek getirdi. Bunları getirirken ve bizlerin de hanesine gelmemizden ne kadar da mutluydu. Biz çay içip muhabbet ederken Mustafa Bey’e telefon geldi. Belli ki telefonun öteki ucundaki saygın biriydi zira Mustafa Bey birden değişti. Hitabında büyük bir saygı ifadesi vardı. Mustafa Bey telefondaki sorulan sorular çerçevesinde Diyanet İşleri Başkanının Erzincan’daki faaliyetlerinden bahsediyor. Derken bizden bahsetti. Görmeyi istemiştim. İzmir’de Dikili’de yaşadığını ancak Ramazan ayında bir hafta gelebildiğini söylemişti. Ben de göremeyeceğime kani olmuştum. Bizimle konuşmak istedi. Artık “O ve ben” görmediğim tanımadığım ama yaklaşık dört-beş milyon insana yön veren, öğüt veren, yol gösteren Avni hocayla konuşuyordum…
Geri dönerken Mustafa Bey akşam Reyhan Vakfında etkinliklerinin olacağını, gelmemiz halinde de çok mutlu olacağını söyledi. Kırmadım. Gittim. O havayı teneffüs ettim. Gördüm ki burası, burası gibi yerler hiçbir zaman göz ardı edilmemeli, görmemezlikten gelinmemeli. Buralarla kurulacak güçlü diyalogla her şeyin daha iyi olabileceğini düşünüyorum.
Bura ve burası gibi yerlerin İslam’ın değişmez ölçülerinin uygulandığı, aşırılıkların yok edildiği, her türlü taassuptan kaçınıldığı yerler olmasını temenni ediyorum.
ERZİCANIN DEĞERLERİNDEN BAZILARI
Bu konuda yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle dolu bir şehrimizdir Erzincan. Üç başbakan çıkartan herhalde Türkiye’nin tek şehridir.
PİR SAMİ
Halas ol zulmetten mâha var yürü
Ara bul kendine bir sâdık yoldaş
Muhammed Sami Erzincan’ın Selüke köyünde 1847 yılında doğdu. Babası İbrahim Efendi Erzincan’ın merkezinde imamlık yapan medrese tahsili görmüş bir zattı. Erzincan’da ailesi Kırtıloğlu diye bilinmektedir. Pir Sami ilk tahsilini babasından almış. Daha sonra Erzincan müftüsü Kiretmitçizade’den ve diğer âlimlerden dersler okumuş. Bilahare İstanbul’a giderek tahsilini orada tamamlamaya çalışmış. Tahsilini yaparken bir yandan da sat tamiri yaparak iaşesini temine çalışmıştır. Bu arada kısa süreliğine Tekirdağ’da imamlık yapmış. Fatih Medresesini başarıyla bitirerek icazetli müderris olarak Erzincan’a geri dönmüş.
Bir ara Erzurum ve Hınıs rüştiyesinde muallimlik yapmış. Hınıs’ta hayatının seyrini değiştirecek olan Abdurrahman-ı Tâhî ile tanıştı ve ona intisap etti. Bilahare şeyhinin Nurşin’e gidince o da muallimliği bırakarak hocasının hizmetinde bulunmak üzere Nurşin’e gitti. Aldığı eğitim sonunda şeyhi halife olarak Erzincan’a göndermiş.
Dedesinin yardımıyla bugün mezarının bulunduğu araziyi alarak, irşat faaliyetlerini burada yürütmüş. Çok kısa zamanda tanınırlığı Erzincan’ın dışına yayılmış.
İki defa hacca gitmiş. İkinci gidişi esnasında uğradığı İstanbul’da II. Abdülhamit’in misafiri olmuş.
1912 yılında vefat etmiş.
Pir Sami’nin türbesi ve kısa hayatı
SALİH BABA
Salih Baba ismiyle maruf bu insan yakın tarihte yaşamış olmasına rağmen hayatı hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Hakkındaki ilk bilgiyi, Vehbi Can Aşkun’un kaleme aldığı “Terzi Baba ve Erzincan’ın Mutasavvıf Şairleri” eseridir. Salih Baba hakkında bilgi verirken de; şair hakkında hiç bilgiye sahip olmadığını söylüyor. Hakkında yazılan “Râbıta-i Nakşî Hayal” adlı kitapta dahi doğum ve ölüm tarihinin olmadığını söylemektedir. Okuryazar olmayan Salih Baba, Şemsi Hayal’in eserlerini kulaktan duymak suretiyle okuduğu için onun tesirinde kaldığını belirtmiştir. Salih Baba Pir Sami’ye intisap ettikten sonra hayatı ve dünyaya bakışı tamamen değişmiştir.
Pir Sami Efendi bir gün; “Şiir ve güzel ses ruhun gıdasıdır, fakat bizim tarikatımızda bunlar gaye değil vasıtadır. Bu mesele öyle pek müşkül değildir. Şiiri aha bizim Salih de söyler” diyerek parmağıyla tarikata henüz yeni girmiş olan Salih’i işaret ettiği, ümmi olan Salih’in söylemeye ve yanındakilerin de yazmaya başladığı, bunun kırk gün sürdüğü, bu süre zarfında söylediği şiirlerden meydana gelen divana “Rabıta-i Nakş-i Hayâlî” adını koyduğu divanı günümüze kadar gelmiştir.
Mezar taşında ismi, doğum ve ölüm tarihiyle ilgili “Nakşi derviş Erzincanlı Tüfekçizade SALİH BABA D.T. H. 1263 (Miladi 1846) Ö. T. H. 1324 (Miladi 1907)
Pir Sami’nin müridi Salih Baba’nın mezarı ve kısa hayatı
KİTAPLAR
Erzincan hakkında tarihi ve yeni bilgi elde edebilmek için yaşayanlardan aldığım bilginin yanı sıra eski ve yeni yazılmış bazı kitapları da temine çalıştım. Belli ki Erzincan hakkında bir hayli bilgisi olan gazeteci yazar Hasan Çakmak’la bu konuları görüşürken “size katkı sağlamaya çalışırım” dedi ve akşam Halil İbrahim Özdemir’in çalışmasıyla vücut bulan “Erzincan Üç Şehir” isimli albüm niteliğindeki kitabı getirdi. Kitap; 1939’dan önceki Erzincan, 1939’dan sonraki Erzincan ve yaşayan Erzincan resimleriyle Erzincan’ı anlatmaya çalışmış. Büyük boy kitap, okuyanlar için istifade edileceğini düşündüğüm bir kitap.
Erzincan için çok şey ifade eden Ünal Taygun’un kaleme aldığı a)“Pir Sami Hazretleri”, b)“Terzi Baba” ve c)“Abdürrahim Reyhan Efendi” kitaplarıyla,
Kadir Aşçı’nın hazırladığı “Şeyh Hacı Fevzi Efendi (1861-1923)”,
Dr. Cemal Aytemiz’in hazırladığı “Ermeniler Erzincan Mezalimi ve Sözde Soykırım Yalanının AİHM Tarafından Reddedilişi”,
Şaban Er’in hazırladığı “Erzincanlı Terzi Baba (Hayat Muhammed Vehbi)”,
“Salih Baba Divanı”
İnşallah bu kitapları ayrı ayrı mütalaa ederek hem Erzincan hem de ismi geçen şahıslar hakkında daha geniş bilgi sahibi olacağım.
Birbirinden güzel faaliyetlerimiz, birbirinden güzel Erzincanlılar, doğa harikası Can Erzincan’ı geride bırakarak ayrıldık.
-------------------0--------------------
- Cibinli Baba; kayıtlarda “meczup” diye geçiyor. 39 depremi öncesinde birçok kimseye deprem olacak evlerinizden çıkın demiş. İnsanlar dikkate almamış. Dönemin ordu komutanına giderek ona da söylemiş. Komutan bu haberi ve getireni önemsemiş. Askeri dışarı çıkarmış. Söylentiler göre çok az sayıda askerimiz şehit olmuş.
Mustafa Ayaz Bey anlattı: Cibinli Baba’nın mahdumu emekli Albay Ali Fethi Bey’in bir gün yemek vereceğini duydum. Yemekten ziyade o zatı görmek istedim. Ahmet Bey! Oraya vardığımda ne göreyim boy-pos, kara saç, kara köz, adeta karşımda tam bir insan güzeli. Hayran oldum. Bir müddet baktım. Musafaha ederken elimi sıkıca tuttu ve: “Biz kır itiyiz” kalbini düzelt! Elimi bir müddet bırakmadı.
“Suretlere aldanma bu nefse alamettir
Benliğine güvenme bil sonu nedamettir
Her bir yola inanma sanma ki solacaktır
Sen seni âşık sanma bir beyhude ah ile
Var etti özün onlar ol nuri ilahi ile “
- 1473’de Tercan (Erzincan) yakınlarındaki Otlukbeli mevkiinde, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı ordusuyla Uzun Hasan komutasındaki Akkoyunlu ordusu arasında meydana gelen savaştır. Osmanlıların kesin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Otlukbeli Savaşının nedenlerinin en önemlisi Osmanlılarla Doğu Anadolu ve İran bölgesinde güçlü bir devlet kurmuş olan Akkoyunlular arasındaki hâkimiyet mücadelesidir. Otlukbeli Savaşının sonucunda Akkoyunlu Devletinin yıkılma süreci başlamıştır.
NOT: Belediye hariç tali başlıklardan önce koyduğum tüm şiirler Salih Baba’nın Divanından alınmıştır.