“Müslüman Milletler Birliği”
(1951)
Osmanlının dağılmasıyla/yıkılmasıyla birlikte halkı Müslüman ülkelerde farklı arayışlar oldu. Onlardan biri de henüz bağımsızlığını yeni kazanmış Pakistan Başbakan’ı Liyakat Ali Han’ın arayışıdır. Ali Han, bu mücadelesini Pakistan vatandaşlığına geçen ‘dünya insanı’ olarak kabul edilen Muhammed Esed’le sürdürdü.
Esed, adına “Müslüman Milletler Birliği” dedikleri düşünceyi Sudi Arabistan, Mısır, Suriye, Irak ve Türkiye’ye giderek ismi geçen ülkelerin Dışişleri Bakanı, Başbakanı ve Cumhurbaşkanlarıyla görüşecekti. İsmi geçen ülkelere gitti, bahsi geçen yöneticilerle görüştü. Yaptığı görüşmeler ve aldığı cevaplar şöyledir.
SUDİ ARABİSTAN
Uzun süre kaldığım ve dostluğumun oluştuğu Sudi Arabistan Kral’ı Faysal’la 18 yıl aradan sonra tekrar görüşmekten hem de hayırlı bir iş için bir araya gelmekten, hem o hem de ben çok mutlu olduk. Belirli bir muhabbetin ardında geliş sebebimi açıklayınca tereddütsüz kabul etti.
MISIR
Sudi Arabistan’dan Mısır’a geçtim. Başkent Kahire’ye vardığımda ilk görüşmemi Dışişleri Bakanı Selahaddin Bey’le yaptım. Meseleyi kendisine açtığımda suratının belirgin bir şekilde donuklaştığını gördüm. Sonra bana karşı yarım yamalak bir gülümsemeyle dedi ki: “Ülkemizde dinin politikayla karıştırılmasına taraftar değiliz…”
Daha önce de 1926 yılı Mısır Bağımsızlığının babası sayılan Sa’d Zağlul Paşa’yla karşılaştığımda İslam’ın rolü hakkında gençlik heyecanıyla sorduğum bir soruya: “Dinin zamanı geçti, genç arkadaşım! Zamanımız milliyetçilik zamanıdır.” Dediğini hatırlıyorum.
SURİYE
Mısır’dan aldığım olumsuz cevaba canım sıkılsa da vazifem gereği Suriye’ye gittim. Şam’da ateşli bir Arap milliyetçisi aynı zamanda Hıristiyan olan Suriye’nin duayen kurt siyasetçilerinden Faris el-Hurî ile görüştüm.
El-Hurî, 1914-18 yıllarında meydana gelen I. Dünya Savaşında Osmanlının bir parçası olan Suriye, Büyük Britanya ve Fransa’yla ittifak yaparak onların safında yer aldı. Bunun büyük bir hata olduğunu itiraf etti.
Bu durumu açıklarken: “O bizim büyük bir hatamızdı. O dönemde idrak etmemiz gerekmesine rağmen, Osmanlı İmparatorluğunun bize bağımsızlık teminatı verebilecek tek güç olduğunu idrak edemedik. Gerçekten Türkler yenilmemiş olsaydı. Enver Paşa, İmparatorluğu, Türk kısmının başkenti İstanbul ve Arap çoğunluğun bulunduğu kısmın başkenti de Halep olmak ve Sultan’ın her şehirde yılın bir yarısını geçirmek üzere, iki kısımda kendi içişlerinde bağımsız, ancak yine de birlik halinde yeniden şekillendirecek olan büyük planını gerçekleştirecekti. Fakat Osmanlı İmparatorluğu, büyük oranda biz Arapların siyasi ahmaklığı ve yanlış yönlendirilen milliyetçiliğinden dolayı yıkıldı ve Enver Paşa’nın rüyası da uçup gitti.
Faris el-Hurî’nin Müslüman Milletler Birliği’ni kabul etmesi beni şaşırttı. Bundan hareketle bir gün: “Bir Hıristiyan olan sen, nasıl olur da önerimizi memnuniyetle karşılarsın? Beni yanlış anlama Seyyid Faris, bizimle fikir birliğinde olduğunu öğrenmekten çok memnunum; Arap dünyasını İslami bir yapı içine tahayyül etmeye bu kadar hazır olmana biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim.”
Faris el-Hurî öne doğru eğildi ve kolumu tutarak: ‘Evet, kendimi bir Hıristiyan olarak adlandırıyorum, ancak bu sadece boş bir söz… Hıristiyanlık şimdi ölü bir düstur, bir hatıradır. Arap dünyasında hala canlı olan tek gerçek kuvvet İslam’dır ve bundan şüpheniz olmasın! İslam olmazsa, Araplar Batı’nın oyuncağı olmaya mahkûmdur: Ve sen bir Arap vatanperveri olan benim böylesi bir ihtimali düşünmeyi istemediğimi mi sanıyorsun?'
IRAK
Suriye’den beklemediğim olumlu cevabı alınca çok mutlu oldum. Ardından Irak’a doğru yola revan oldum. O dönemde Irak’ın yönetimi, Sudi Arabistan Kralı Faysal’ın 14-15 yaşındaki genç yiyeni Naip Prens Abdullah’taydı. Abdullah, ne olumlu ne olumsuz bir cevap vermedi. Irak halkı genel olarak -bir ölçüde muğlak ve anlaşılması zor insanlardır-…
TÜRKİYE
Arap dünyasının bu saygın ülkelerinden aldığım cevap ve yaptığım görüşmelerin ardından Osmanlı bakiyesi Türkiye’ye geldim.
Çok partili seçimin çiçeği burnunda partisi DP, güçlü parlamento çoğunluğunu elde ederek iktidar olmasına rağmen muktedir olamayan Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Pakistan’ın bu çabasını takdir ettiler.
Adnan menderes ilaveten şöyle dedi: ‘Pakistan’dan gerçekten beklentilerimiz var. Allah’tan dileğim şudur ki, dünyanın her tarafında Müslümanların uyanışına ülkenizin öncü olmasını sağlasın. Aynı zamanda kendilerinin çok yavaş ve temkinli bir şekilde ilerleyeceklerini, çünkü Kemal Atatürk’ün baskın mirasının ülkede, özellikle şehirlerde hala çok güçlü olduğunu ve İslam üzerinde güçlü bir şekilde vurgu yapılmasının şu anda gücü ellerinde tutanlar üzerinde şiddetli bir tepkiye sebep olabileceğini’ açıkça ifade ettiler. Bu endişelerinin haksız olmadığı bir müddet sonra yapılan darbe ve ardından gelen idamla ortaya çıktı.
‘Ben Türkiye’deyken Pakistan Başbakanı Liyakat Ali’nin yapacağı bir miting öncesi su-i kastla öldürüldüğü haberini aldım. İlk uçakla derhal Karaçi’ye uçtum. Cenazesine yetişemedim ama öfke dolu birçok insan gördüm…
Başbakanlıktaki çalışma odasına vardığımda masasının üstünde altı kırmızı kalemle çizilmiş notlarda; “Müslüman Milletler Birliği” ve “Anayasa…” yazılı notlarını gördüm. Liyakat Ali Han’ın ölümüyle bu notların bir alakası var mıydı? Bunu çok isteyen ben, bu ölümden sorumlu muydum? Bilmiyorum. Öldürenin öldürülmesinden dolayı bu olay faili meçhul olarak kaldı. Öldürülmese de itiraf etse ne değişecekti de!
Muhammed Esed: “Çalışmalarımı Dışişleri Bakanı Zafrullah Han’a ayrıntılı bir rapor olarak sundum. Tümünü dikkatli bir şekilde okuduktan sonra bir kenara koydu. Müslüman Birliği arayışım, Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde bir dosya olmuştu.”
Fazla yorum yapmadan öz ve özet olarak aktarmaya çalıştığım bu durum günümüze de ciddi ışık tutmaktadır. Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç Bey’in “İslam Birliği Bir Ütopya” başlığıyla Gerçek Hayat’a verdiği röportajında cevap arayıp sonunda mümkün görmediği gibi, hayata ve olaylara olumlu bakan ben de gördüğüm, duyduğum ve okuduklarımdan hareketle ne söyleyeyim çok olumlu bakamıyorum. Bu konuda yanılmayı çok isterim…
İngilizlerin, Pakistan ve Bangladeş’i, Hindistan’dan nasıl ayırdığını, ayırırken de nasıl vahşetin yaşandığını, Yahudi devletini genelde Müslümanların ve Ortadoğu’nun, özelde Filistin’in başına nasıl bela ettiğini, bununda ötesinde dünyanın birçok yerinde oynadığı oyun bilinmektedir.
Yukarda özetleyerek verdiğim İ s l a m b i r l i ğ i meselesinin detaylarını, Muhammed İkbal ile Muhammed Esed diyalogunu, Sahih-i Buhari ve Meal çalışmasını, Esed’in Nazi Karşıtı olarak tutuklanıp yaklaşık altı yıl hapis yattığını ve daha birçok merak edilen konuyu, Muhammed Esed’in kurabiye tadında okuyacağınız “Kalbin Yuvaya Dönüşü Mekke’ye Giden Yol II” kitabında bulabilirsiniz.