Karanlık dünyamızın aydınlatıcısı Allah’ın Sevgilisi, (sav) müşriklerin zulmüne maruz kalıp Mekke’den Medine’ye hicret ederken, doğup büyüdüğü mübarek şehre bakarak:
“(Ey! Mekke) Ne güzel bir beldesin.
Bana ne kadar da sevimli geliyorsun.
Şayet kavmim beni senden çıkarmasaydı,
senden başka bir yeri yurt tutmaz,
yuva kurmazdım.”
Böyle buyuran Peygamberimiz (sav) de gösteriyor ki, insanın konumu ne olursa olsun doğup büyüdüğü şehirden -geçici olarak bile olsa- ayrılırken içini ne kadar da hüzün kaplar!..
Kişinin memleketini sevmesi, memleketi için maddi-manevi bir şey yapmak veya yapmaya çalışmakla olur. Bir şehir düşünün ki; eğer tarih mirası eserler metruk ve harabe halinde kaderine terk edilmişse, ediliyorsa, şehrin siluetini bozacak şekilde yapılaşma oluyorsa, başlanan yatırımlar ilgisizlikten kaderine terk ediliyor, daha teslim edilmeden ciddi sorunlar yaşanıyorsa, gerekli fizibilitesi yapılmadan başlanan ve yarım bırakılan eserler ortadaysa o şehrin sakinleri, özellikle de karar vericileri bir şeyler yapmıyorsa orada memleket sevgisinden ne kadar bahsedilebilir mi?...
Konuyu tanıdığım ilk günden beri Nevşehir’in tarih ve kültürel mirasının tanıtımı için büyük çaba içerisinde olan Oğuz Özdem Bey’e getirmek istiyorum. Özdem, çok sayıda makale ve kitap yazdı, hala da yazıyor. Özellikle Karamanlılarla ilgili bir hayli çalışma yaptı. Bu çalışmalarını Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversiteden öğretim üyesi Adem Öger Bey’le yaptılar. Birlikte en zor metinleri okumayı başardı/başardılar. Bu çalışmaları esnasında mübadeleyle Nevşehir’den Yunanistan’a, Yunanistan’dan Nevşehir’e gelenler hakkında araştırma yapmak için Yunanistan’a dahi gittiler. Bu alandaki çalışmalarından birini Özel İdare tarafından basılması için dönemin valisine götürmüştüm. Çalışmanın önemi hakkında gerekli izahı yapmama rağmen maalesef eften-püften gerekçelerle basılmasını istemedi. Bununla ilgili Oğuz Bey’e olumsuz cevap verirken de çok mahcup olmuştum. Bu denli çabaya olumlu cevap veremediğim için.
Oğuz Bey’in çalışmalarına yeterli ilgi duyulmasa veya az ilgi duyulsa da azminden bir şey kaybetmedi. Çalışmalarını sürdürdü/sürdürüyor da. Çıkardığı diğer kitaplarının yanı sıra I. Cildini Nevşehir valiliği, II. Cildini SONÇAĞ Kültür’ün bastığı “Nevşehir Hikâyeleri I-II” adlı araştırmaya dayalı iki kitabı daha çıktı. Nevşehir’le ilgili birbirinden ilginç hikâyelerin konu edinildiği kitaplarını nezaket gösterip Genç Nevşehirliler Derneği Başkanı Ziya Ağca Bey’le göndermiş. Şehrimizle ilgili bilmediğim birçok gerçeği, hikayeyi bu vesileyle öğrenme imkânım oldu.
BU KÖY İSMİNİ SANCAKTAN MI ALDI? Kitapta geçen bir olaydan, olaydan ziyade bir milletin amblemi özelliğini taşıyan sancağından, bayrağından, tarihi deyimiyle de “Alâmet-i Farikasından” bahsetmek istiyorum. İsmini bu tarihi belgeden aldığı düşünülen Gülşehir’in Alemli köyü bütün Nevşehirlilerce malumdur.
Köy ismini sancaktan (Alem)’den almıştır. Bahsi geçen Alem, Oğuz Bey’in tamir ettirmek üzere aldığı zamana kadar köy muhtarlığında muhafaza ediliyordu. Muhafaza altında derken pırıl pırıl olduğu gibi duruyor diye düşünmeyiniz. Sancak maalesef aşağıda resimlerini gördüğünüz vaziyettedir. Maalesef köydeki düğün ve benzeri etkinliklerde kullanıldığı, kıymeti yeterince bilinmediğinde bir hayli yıpranmış vaziyette.
ALEM’İN, HİKAYESİ Oğuz Bey, kitabında Karamanoğullarıyla ilgili kısa da olsa verdiği tarihi bilginin akabinde Beyliğin yeni koltuk varislerinden Saltuk Bey çok güvendiği Ürgüp’lü demir ustasının oğlu asker Ali’yi huzuruna çağırıp, kalp rahatsızlığını dile getirerek;
“(Ali oğlum), ne olur ne olmaz bana bir şey olursa şu sancak sana emanet. Anladın mı?”
Bu durum karşısında şaşıran asker Ali; (içinden) “Ne yani! (Ali) koskoca beyliğin sancaktarı mı olacaktı?” Şaşkınlığını bir tarafa bırakıp kendini toparladıktan sonra; “Bey’im Allah esirgesin o nasıl söz, bu benim için şereflerin en büyüğüdür lakin siz...” derken Saltuk Bey Ali’nin sözünü keserek, söylediği övücü cümlelerin ardından;
“… Eğer bana bir şey olması halinde sancak sana emanet hayatın pahasına onu koru. İşte bu da sancak emini olacağına dair kâğıdın (belgen), ama bunu ben öldükten sonra alacaksın. Bu konu şimdilik aramızda… Şimdi gidebilirsin” Ali’nin asker oluşunu ve bu değeri hak edişiyle ilgili bilgiyi kitabın 139 ve devamı sayfalarından okuyabilirsiniz.
Karamanoğlu Beyliği sıkıntılı günler geçiriyor. Osmanlı’da Fatih ölmüş oğulları Cem Sultan ile Beyazıt arasındaki taht kavgasını Beyazıt kazanmış. Bu durumda Cem taraftarı olan Saltuk Bey’de kaybetmiş oldu. Bu arada rahatsızlığı artan Saltuk Bey, Ali’yi çağırarak sancak emini kâğıdını kendine verir.
Kendinden sonra beyliğin başına geçecek olan Mahmut Bey’in de içinde olduğu bir ekip tarafından 1483 yılında zehirlenerek öldürülür. Kasım Bey’in yerine Mahmut Bey geçti. Aynı tarihlerde Osmanlı padişahı II. Beyazıt, zaten birkaç kasabadan müteşekkil Karamanoğlu Beyliğine son verdi.
Mahmut Bey’de Ali’yi çağırıp övücü bazı cümlelerin ardından; “Bunu söylemek kolay değil ama Beyliğimiz son günlerini yaşıyor… Evladım sancak sana emanet. Bunu sakla, kimseye teslim etme, eğer bu sancak yok olursa beyliğimizin varlığı da yok olur. Seni Allah’a, sancağı da sana emanet ediyorum.” Der ve sancağı verir.
Gözyaşlarını tutamayan Ali huzurdan ayrıldıktan sonra kutsal emaneti bağrına basıp, ata binerek yola revan olur.
Günlerce yol alır. En nihayetinde yukarda da bahsettiğim gibi ismini sancaktan alacak olan Alemli köyüne yerleşir. Alemli’nin sancak hikâyesi çok kısa da olsa böyledir.
SANCAK TAMİR EDİLİYOR Alemin burada olduğunu öğrenen Oğuz Bey bir vesileyle gittiği köy muhtarlığında açılan bohçadan çıkarılan tarih yorgunu, lime lime olmuş, yıpranmış, sancak demeye bin şahit tarihi vesikayı görür. Görür görmez de içi burkulur. Özdem keşke açmasaydım. Keşke görmeseydim diyor ama hakikatten kaçış yok. Sancağın sopası dahi orijinal haliyle duruyor lakin oldukça yıpranmış vaziyette.
Gördüğü karşısında şaşkına dönen Oğuz Bey, “muhtarım! buna ne oldu böyle? Nasıl oldu da bu hale geldi?” demiş. Demiş demesine de bir dokun bin ah işit kabilinden Muhtar Musa sancağın iyileştirilmesi için resmi ve gayr-ı resmi, çalmadığı kapının kalmadığından, hiç kimsenin ilgi göstermediğinden dert yanmış...
Özdem’i bu manada kurtarıcı gibi gören muhtar, sancağın kurtulması için; “ne olursun sen yap gereğini evladım, duyur sesimizi de yeniden eski günlerine döndürelim sancağımızı biz istemez miyiz?” der.
1479 veya 1483 yılında Karamanoğlu Beyliği tarih sahnesinden silindi. Son Karamanoğlu Mahmut Bey, yukarda da ifade ettiğim gibi Ali’yi çağırıp; “Bunu söylemek kolay değil ama Beyliğimiz son günlerini yaşıyor… Evladım sancak sana emanet. Bunu sakla, kimseye teslim etme, eğer bu sancak yok olursa beyliğimizin varlığı da yok olur. Seni Allah’a, sancağı da sana emanet ediyorum.” Dediği gibi Karamanoğlu Beyliği bugün itibariyle yok ama onlara ait sancak yıpranmış da olsa hala elimizdedir.
SON OLARAK Kitaptan bu meseleyi okur okumaz Oğuz Bey’i arayarak böyle hassas tarihi bir vesikayı, belgeyi gündeme getirdiği için teşekkür ettim. Ayrıca Nevşehir ve Türkiye için son derece güzel bir hizmet etmiştir. Teşekkürü fazlasıyla hak ediyor. Sancağın konumu hakkında aydınlatıcı bilgi verdi. Anlatırken sancağa duyduğu ilgi dikkate değerdi.
Sancağın son durumuyla ilgili fotoğrafları gönderdi. Fotoğrafları görünce ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Üzülmemek mümkün değil. Türk Tarih Kurumunda yaptığım görevden hareketle yapabileceğim bir şeylerin olup olmadığını sordum. Oğuz Bey’de bu konuda yapılan işlem hakkında kısa bilgi verdi.
Özetle şöyle: Kendisiyle bir vesileyle irtibata geçtiği Avanoslu iş insanı değerli Halil Doğan, sancağın tamiratı için sponsor olmayı kabul etmiş. Doğan Ankara’da tanıdığı Nevşehirliler Federasyonu Başkan Yardımcısı Yılmaz Yıldırım’a, o da bu işlerden anlayan Gazi Üniversitesinden bir hocaya tamiratı için teslim etmiş. Halil Bey ve Yılmaz Bey’le telefonla görüşerek bilgi edindim. Özellikle Yılmaz Bey’le görüşerek yapabileceğim bir hususun olup olmadığını sordum. O da yaptığını anlattı.
İletişim bilgisi olmadığından Üniversitedeki bahsi geçen hocayla görüşme imkânı bulamadım. Görüşemediğim için de sancağın akıbetini bilemiyorum. Bu arada Yılmaz Bey’le biri şifahi, diğer ikisi mesajla olmak üzere üç kez irtibat kurdum. Hocayla görüşüp bilgi verecekti. Muhtemelen yoğunluğundan olacak ki, hocayla görüşüp tekrar dönüş yapamadı. Bu yüzden sancağın son durumunu bilemiyorum.
İnşallah tamir edilip de bir müzeye, özellikle de Nevşehir’de bir müzeye konursa çok güzel olur. Böylesi tarihi bir objenin Alemli köyümüzden, Nevşehir’den çıkması ülke çapında çok ciddi anlamda ses getireceği kanaatindeyim.
Böylesi tarihî bir belgenin gün yüzüne çıkmasına vesile olan Oğuz Özdem Bey’e tekrar teşekkür ederim.
Ahmet BELADA
- Alem kelimesi Arapça ilm (bilmek; bildirmek, işaret etmek) kökünden türemiş kuralsız bir isim olup anlamı “belli eden, bildiren; iz, alâmet, işaret, nişan”dır. Taşıdığı bu sözlük anlamından dolayı “sembol, standart; bayrak, sancak; lider, imam; sınır, sınır taşı; uzun dağ” ve Arap gramerindeki “özel isim” için müşterek terim olarak kullanılmaktadır; çoğulu a‘lâmdır. (TDV)