Ortadoğu´da, Avrupa´da, Amerika´da kısaca tüm dünyada öylesine baş döndürücü olaylar zuhur ediyor ki, anlamak ve anlamlandırmak çok mümkün değil. Hani bir söz vardır ya! ‘Kimin eli kimin cebindedir´ diye! Tam da öyle bir şey. Bakıyorsunuz birçok yönden dünyanın en güçlü devleti kabul edilen ABD´de yapılan seçimlere bir başka ülkenin müdahalesinden bahsedilebiliyor. Demokratik yenilgiyi kabul edemeyen DP (Demokrat Parti) lilerin öncülüğünde peşi peşine eylemler tertiplenebiliyor. Yeni seçilen Donald John Trump koltuğa oturduğu 20 Ocak 2017 tarihinden bu yana birbirinden garip kararlar alıyor.
Bizlerde yaşanan ve yaşanacakları dikkate alarak, tarihten ders çıkararak, günümüzde olanları ancak yorumlayabiliriz. Yapılan tüm yorumlar tahminden öte geçmemektedir. Ama ne var ki birileri de bu yorumları yapacaktır. Aşağıda yaptığım yorumları da bu çerçevede değerlendirebiliriz.
7-8 Mart 2017´de Antalya/Belek´te Türkiye, Rusya ve Amerika Genel Kurmay Başkanları iki günlük toplantı gerçekleşti. Önce kendileri ardından alt kademedeki uzmanlar görüştü. Dünyanın bu üç önemli ülkesinin askeri en üst düzey yetkilisinin bir araya gelmesi tüm dünyada yankı yaptı. Çok önemli olduğu muhakkaktır.
Görüşmelerin neticeleri ülkelerinin Başkanlarına iletildi. Bu toplantının akabinde bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya´ya gitti. (10.03.2017) Erdoğan´ın Rusya´ya gitmeden bir gün önce İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu´nun Rusya´ya gitmesi de anlamlıdır. Varılan muhtemel anlaşma gereği ülkesi için güvence istemiş olabilir!
Fısıltı haberlerine göre Filistin devletinin kurulmasına karar verildiği söylenmektedir. Dört devlet (Irak, Suriye, Ürdün ve İsrail) için yeni bir düzenleme yapılacak. Yapılacak düzenlemenin nasıl olacağını, şimdiden kestirmek ve söylemek çok olası gözükmüyor. Ama bir şekilde bir şeyler olacak.
Çok önemli kararlardan bir de İran´ın bu hesaplamalarda tamamen devre dışı tutulmasıdır. Bu arada Ürdün´ün sessizliği, sessizliğinin ardından Türkiye´ye karşı olumsuz tavrı da ayrıca dikkat çekmektedir.
İran´ın Suriye´de 15 General düzeyinde olmak üzere 2 bin 600 askeri/vatandaşı öldü. Buna Lübnan´daki Şia Hizbullah militanlarını da katacak olursak sayı bir hayli fazladır. Gelinen noktadan bakılacak olursa İran mezhebî yaklaşımının dışında bir şey yapmamıştır. ‘Yanlış hesap Bağdat´tan döner´ anlayışından hareketle İran´ın yaptığı yanlışlık aleyhine olmuştur.
Dünyanın özellikle de Türkiye´nin Suriye politikası hep tartışıldı. Olumlu-olumsuz, lehte–aleyhte çok şey yazıldı çizildi. Böyle giderse daha çok yazılıp çizilecek gibi de gözüküyor.
Yediden yetmişe tüm Türkiyeli insanın hem hal olduğu deyim yerindeyse temas ettiği, Suriyeli kardeşlerimizle içli dışlı olduk. Onlar bizi biz onları yakından tanıma imkânı bulduk. Bu arada maalesef biz onlara “Ensar” olurken sınırlarımız ise kevgire döndü. Bu boşluktan yararlanan “taşeron terör örgütleri” de birbiri peşince eylemler yaptı. canımızı yaktı.
15 Temmuz´dan sonra en sıkıntılı anımızda bu kötülükleri bertaraf etmek için Türkiye tek taraflı olarak Suriye´ye girme kararı aldı. 20 Ağustos 2016 tarihinde “Fırat Kalkanı” adı altında yapılan operasyonla yaklaşık 37 bin km derinliği olan bir yer kontrol altına alındı. Sınır güvenliği büyük oranda sağlanmış oldu. Bu arada maalesef 70 şehid verdik. Bu operasyonun ardından, gösterilen yoğun mücadelenin akabinde terör olaylarında ciddi azalma oldu. Bundan sonra ne olur nasıl olur bilemeyiz ama bilinen bir gerçek varsa oda şudur; Suriye özelinde Orta Doğu´da verilecek kararlarda Türkiye olmazsa olmaz konumundadır. Türkiye ev ödevi alıp, onu yapan biri olmaktan, ödev verip yapılmasını isteyen biri konumuna geldi.
Bu arada dikkate alınması gereken bir husus daha var. Eğer söylentiler doğruysa Suriye yönetimi ile Türk yönetimi arasında ciddi diyaloğun kurulduğudur. Hatta bu diyaloğun savaş öncesi durumuna döndüğü dahi söylenmektedir.
ALMANYA Almanya-Türkiye ilişkileri; “Düğün değil bayram değil…” durup dururken nereden çıktı bu gereksiz ihtilaf. Durup dururken olmadığını bilmenizi isterim. Almanya´nın hırçınlaşmasının kendine göre ciddi gerekçeleri var. Aynı zamanda bu tavrın ciddi çok ciddi derinliğinin olduğunu birazcık düşünen hemen herkes bulabilir/görebilir. Birinci Dünya Savaşı müttefikimiz Almanya, hemen her fırsatta istediği zaman istediği şekilde evirip çevirebileceği bir Türkiye bekliyor/istiyor. Birincisi Türkiye artık böyle bir Ülke değil. Artık idare edenle edilenin kaynaştığı bir Türkiye var. Ciddi özgüveni olan bir Türkiye var. Amerika ve Avrupa´da esen rüzgârdan dolayı hasta olmayan, dizlerinin bağı çözülmeyen, el divan pençe durmayan; aksine geleceğin varsa göreceğin de var diyen, söylediklerine karşı istediği cevap veren bir ülke Türkiye var.
İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya başta Avrupa devletleri olmak üzere hemen tüm dünya devletleri tarafından temkinli durulan bir ülkedir. Kibirli ve tepeden bakan tavır ve tarzıyla etrafını rahatsız etmektedir. Diğer taraftan AB´nin ekonomik yönden en güçlü devleti gene ekonomik yönden sıkıntılı Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya´nın yükü de Almanya´ya havale edilmiş durumda. Avrupa´nın yükünü üzerinde taşıyan Almanya´nın oyun kurucu olmasına imkân verilmemesi hayli rahatsız etmektedir. Üstüne üstlük daha düne kadar parya olarak gördüğü Türkiye ise baş aktör konumunda olması canını sıkıyor. Bu yüzden basit oyunlara başvuruyor. Ama nafile bunlar kendine bir pirim kazandırmayacaktır. Salon vermese de, teröristleri ülke de barındırsa da, Türkiye´deki teröristleri desteklese de inşallah bir şey yapamayacaktır.
İNGİLTERE Bu arada İngiltere´ye de kısaca değinmek gerekir. İngiliz siyasetiyle ilgili çok şey söylemeye gerek yok. Eğer bir yerde bir huzursuzluk varsa bilin ki oradan bir İngiliz geçmiştir. İngiltere AB´den ayrılmak istemişse bilin ki emperyalist düşüncelerini daha rahat yerine getirmek içindir. Çünkü AB emperyalist düşüncelerini kısıtlamaktaydı. Ayrıca AB artık yük olmaya başlamıştı. Bu yükten de kurtulmak gerekiyordu. Ayrılarak bunu da sağlamış oldu. Fakat her şeye rağmen unutmamak gerekir ki, bugün oyun kurucu devletlerden biri hiç şüphesiz gene İngiltere´dir. Tedbiri elden bırakmamak kaydı şartıyla, çalışmalarımızı kesintisiz sürdürmeliyiz. Lakin gördüğüm o ki, meydana gelen tüm olaylar, iyi ve sağlıklı gözlemlenip değerlendirildiğinde diyebiliriz ki, ülkemiz iyi yoldadır. Geleceğimiz iyidir. Karamsar olmaya, kötümser olmaya gerek yok. Tabi ki tüm elinden bir şeyler gelen insanlar işini iyi yaparsa seni senin kadar düşünen yöneticiler var olduğu müddetçe korkmaya gerek yoktur.