2010 yılındaki Anayasa değişikliği referandumu münasebetiyle geldiği Nevşehir´de üç gün beraber olduğumuz rahmetli Nevzat Yalçıntaş hocadan, birbirinden güzel hatıralar dinlemiştim. (Tarihe Yön Veren Simalar; Ahmet Belada; İlkadım Yay.)
Bir akşamAvanos´taki akşam yemeğine müteakiben araba da gelirken; “hocam müsaadenizle bir sual tevcih edeceğim” dedim. Buyurun dedikten sonra; “Hocam rahmetli Ayhan Songar, Sabahattin Zaim, Mehmet Kaplan, İsmail Kahraman ve Zât-ı Âliniz vs sağın duayen kişileri olarak, her daim fikrine müracaat edilen kişilersiniz sizlere özelde sağın, genelde Türkiye´nin “AK SAÇLILARI” diyebilir miyiz? Dediğim de Nevzat Hoca sustu ve cevap vermedi. Böyle bir husus vardı da mı sustu. Yoksa böyle bir durum yok mudur bilmiyorum ama ziyaretinde bulunduğumuz muhterem Meclis Başkanımızı dinledikten sonra benzeri bir sual gene aklıma geldi. Geldi ama maalesef soramadım.
Mesela Sabahattin Zaim Hoca´nın “Bir Ömrün Hikâyesi” adlı hatıra kitabını okurken 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ürünü Milli Birlik Komitesinde görev aldığını okuduğumda da çok şaşırmıştım. İsmini verdiğim bu şahıslara daha kimler ilave edilebilir bilmiyorum ama bunlar Türkiye için, yukarıda da ifade ettiğim gibi özellikle de sağ kesimde aspirin gibi her derde deva insanlar konumundadırlar.
1970´li yıllarda yanılmıyorsam iki defa vuku bulan ve Milliyetçi Cephe (MC) olarak bilinen AP (Adalet Partisi), MSP (Milli Selamet Partisi)ve MHP (Milliyetçi Hareket Partisi)´den oluşan koalisyon hükümetlerinin arkasında da bu isimler vardır.
Nevzat hocayı dinlerken ilerlemiş o yaşına rağmen zihnî duruluğu ve fikrî zenginliğine nasıl hayran olmuşsam Meclis Başkanımız İsmail Kahraman için de gene aynı hissi taşıdım. Tek kelimeyle maşallah…
Muhterem Cumhurbaşkanımızın İsmail Kahraman Bey´i niçin en kritik dönemde Meclis Başkanlığına getirdiğini daha iyi anladım.
İsmail Kahraman ismi geçtiğinde hiç şüphesiz hemen herkesin aklına gelen ilk şeyin Milli Türk Talebe Birliği´dir (MTTB)* olduğudur. O, Rahmetli Rasim Cinisli´den sonra MTTB´nin ikinci başkanı vedavamızın öncülerindendir.
1980 ihtilalinden sonra kapanan MTTB´nin yerine kurulan Birlik Vakfı´nın (BV)da kurucularındandır.
Cumhuriyet tarihinin ekonomik yönden istisnasız en başarılı hükümetlerinden olan rahmetli Erbakan Hoca´nın Refah Partisi (RP) ile Tansu Çiller´in Doğru Yol Partisi (DY) arasında kurulan 1996 yılındaki siyasi tarihimize “REFAH-YOL” hükümeti olarak geçen koalisyon hükümetinin Kültür Bakanı, Ak-Parti´nin de isim babasıdır.
Son genel seçimlerde Ak-Parti´den İstanbul Milletvekili seçildikten sonra Ak-Parti´nin Meclis Başkan adayı olarak gösterildi ve seçildi. Halen Meclis Başkanlığı görevini yürütmektedir.
Tecrübe ve bilgi birikimiyle duayen siyasetçilerden olan İsmail Kahraman, en buhranlı anda bile hiçbir ayrıntıyı ıskalamdan suhuletle meclisi idare etmektedir.
Iskalama derken; HDP Grup Başkan Vekili Meclisteki bir konuşmasında,Eş-Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere tutuklu milletvekilleri için tutsak olduklarını söyleyince derhal müdahale ederek; “hayır tutsak değil onlar tutukludur” diyerek oradaki ince ayrıntıya dikkat çekmiştir. Çünkü tutsaklık harp esnasında esir alınanlara denir, tutukluluk ise devlete ve millete karşı işlenen suçtan dolayı meydana gelir. Bu ayrıntıyı ancak ince anlayış sahibi fark edebilir.
“Ankara İLMAR 84” olarak bugün (07.11.2017) Meclis Başkanımızı;
1- Mehmet Sönmezoğlu (Ankara Müftüsü)
2- Hamdi Gevher (Çankaya Müftüsü)
3- Lütfü aydın (SGK da Genel Müdür)
4- Mesut Dinçer (Gazi Anadolu Lisesi Müd. Yrd.)
5- Adnan Mallı (Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde Şube Müd.)
6- İlyas Aydoğan (Bilim ve Sanayi Bakanlığında Müşavir)
7- Ahmet Yurtman (Meclis Başkalığında Milletvekilleri Hizmet Başkanı)
8- Abdullah Öztürk (Emekli Öğretmen)
9- Ahmet Belada (TTK Uzman)´dan oluşan grupla saat 17.30´da makamında ziyaret ettik.
Sağdan itibaren: Adnan Mallı, Lütfü Aydın, Hamdi Gevher, Ahmet Belada, Mehmet Sönmezoğlu, Abdullah Öztürk, İlyas Aydoğan ve Ahmet Yurtman ve fotoğrafımızı çeken Mesut Dinçer
İsmail Kahraman her ne kadar öncülerimizden olsa da huyunu-husunu yeterince bilmediğimizden nasıl hitap edeceğimizi, nasıl davranacağımızı bilmiyorduk. Bu kaygıyla huzuruna vardık. Kendilerini bekleyen birini diğer odada görmeye gittikten sonra geldiğinde nezaketen ayağa kalkmak istedik. Hemen müdahale etti ve kalkmamıza müsaade etmedi. Nezaketine bakınız ki, ziyaretimiz müddetince ceketinin düğmesini bile çözmedi. Mescide giderken ayakkabısını çıkartmasına yardımcı olmak isteyen arkadaşımıza müsaade etmedi. Namazını sandalyede kılıyor.
Bu kısmı yazarken aklıma Sultan Ahmet ile Hocası Aziz Mahmut Hüdaî geldi. Aziz Mahmut saraya geldiği bir gün abdest alırken suyunu Sultan Ahmet döküyor, hanımı da havlusunu tutuyordu. Bir ara hanımı; “hocama söyleseniz de bize bir keramet gösterebilir mi?” der. Sultan Ahmet hocasına bu durumu söylediğinde Aziz Mahmut tebessüm ederek; “cihan padişahı abdest suyumu dökecek, hanımı havlumu tutacak! Bundan büyük keramet mi olur” der…
Oturduğunda hemen ne içersiniz diye sordu. Ne kadar kalacağımızı bilmediğimizden kısa bir müddet sonra kalkacağımızı düşünerek çay diyecektik ki, ‘akşamüzeri içiniz üzülmüş olabilir börek-simit ve portakal suyu getirsinler´ dedi. Doğrusu hislerimize tercüman oldu.
İkramlarımızı yiyip içerken bu arada tek tek isimlerimizi ve ne yaptığımızı sordu. Elindeki kâğıda da not etti. Hemen sağında oturduğumdan ilk tanıştığım herkes gibi Başkanım da soy ismime takıldı. Bildiğim tahminlerde bulunduktan sonra, Hun İmparatoru Atilla´nın abisi Blada´dan hareketle hepimize‘güvercini mi, şahini mi daha çok sevdiğimizi´ sordu. Bizler gerekli cevabı verdikten sonra; “Blada güvercin, Atilla şahin tabiatlıydı. Güvercin –yaşa ve yaşat- anlayışını, şahin ise –öldür- anlayışını benimserdi“ dedi.Blada´nın bilge bir kişi olduğundan, Atilla´nın insanlara karşı yaptıklarını tasvip etmeyerek müdahale etmiştir. İşine karışmasından dolayı iktidarının dokuzuncu yılında maalesef abisini öldürtmüş.
Ardından sözü Osmanlıya getirdi. Osmanlının adaletle yönetildiğinde neme nem güçlü olduğunu, adaletten ayrılmaya başlayınca da çöküşün başladığını söyledi.
Kanuni´nin isminin Süleyman olmasına rağmen “Kanuni” olarak tanınmasının en büyük sebebinin, yaptığı hemen her işini Şeyhülislam´dan aldığı fetvaya göre yaptığındandır. Nitekim ölümü esnasında mezarına konmak üzere sandık getirilmiş. Şeyhülislam; “İslam´da böyle bir usul yoktur. İçinde ne var açın bakayım” der. Açtıklarında yaptığı işler hususunda aldığı fetvaları koymuş. Bunun üzerine Şeyhülislam: “Ey koca Sultan sen bu fetvalarla kendini kurtarmaya çalışacaksın ya ben ne yapayım!” diye üzüntüsünü dile getirmiştir.
Amerika kongre salonunda dünyanın en büyük kanun adamlarının resimlerini asmışlar. Onlardan biri de Kanuni´nin resmidir.
Geçmişte verdikleri mücadelelerdenyaptıkları mitinkilerden, Ali Babacan´ın halası Hatice Babacan´ın Ankara İlahiyattaki başörtü mücadelesine nasıl destek olduklarını anlattı. İstanbul´daki düzenledikleri “ŞAHLANIŞ” mitinginden bahsetti. Mitingin isminin şahlanış olmasından hareketle MHP zihniyetindeki insanlar; “ney şahlanır? At. O zaman bunlar Adalet Partilidir.” Diyerek bizi AP´ye mâl etmeye çalıştılar.
Sağ ve sol iki görüşün olduğu zaman üçüncü bir yolun olduğunu dile getirdiklerini,üçüncü yolun İslam olduğunu söyleyemedikleri için böyle bir söylemi seçtiklerinden bahsetti. Nevzat Hoca´nın deyimiyle o dönemde sağcılara “milliyetçi mukaddesatçı”, solculara da “devrimbaz” denirdi. O zamanki onurlu mücadelelerin bizi buraya taşıdığından bahsetti.
70´li ve 80´li yılları yaşamış olan bizlere yaptıklarını anlataraktekrar o tarihlere götürdü. İlerlemiş yaşına rağmen zihnî diriliği hepimizi olumlu anlamda şaşırttı.
Dinlediklerimden hareketle çok rahatlıkla şunu söyleyebilirim: “Muhterem Meclis Başkanımız İsmail Kahraman Bey´de idealist genç bir insanın heyecanını gördüm” sanki mücadele hayatına yeni başlıyor gibi. Olanların, yapılanların; olacak ve yapılacakların yanında oldukça az olduğunu söyledi. Ardından da çok çalışmamız gerektiğini öğütledi.
BİR RESMİN HİKÂYESİ
Yavuz´un mezarı ve kaftanı
Abdullah Öztürk namaz vaktinin azaldığından bahsedince hemen harekete geçtik. Arkadaki nezih ve kibar mescitte Ankara Müftümüz Mehmet Sönmezoğlu´nun imamlığı, Adnan Mallı´nın müezzinliğinde akşam namazımızı eda ettik. Namazımızı eda ettik ama salondaki bir resim çok dikkatimi çekti. ‘Bu nedir Başkanım´ diyecektim ki, kendileri uzun uzun o resmi namaza müteakiben ayakta anlattı.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumdan bir gün sonra Sayın Cumhurbaşkanımızla beraber Adnan Menderes, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan´ın kabrini ziyaret ettik. Daha sonra Fatih´in türbesini de ziyaret edince Fatih Caminde beş adet cenaze olduğundan bahsedilince namazımızıYavuz Sultan Selim caminde kılmaya niyetlendik.
Yavuz Sultan Selim caminde namazı eda ettikten sonra imam; “Efendim bir gün belirleseniz de tamiratı tamamlanan Yavuz Sultan Selim´ın kaftanının açılışını gerçekleştirsek” dedi. Cumhurbaşkanımız; “biz buradayız. Basın da burada hazırsa hemen açılışı yapalım” dedi. Derhal anahtar getirilip, hazırlık yapıldı ve açılış gerçekleşti.Başkanımız bu kaftan hakkında; “Yavuz´un Mısır´ı fethinden ve halifeliği aldıktansonra gelirlerken (17.04.1517) önünden giden Şeyhülislam İbni Kemal´in atının ayağından sıçrayan çamur Yavuz´un kaftanına gelmiş. Heybetli ve bir o kadar da mahcup Yavuz, korkan Hocasını teskin ettikten sonra; “Ben öldüğümde bu kaftanı kabrimin üstüne koyun” demiş.
O tarihten bu yana yıpranan kaftanın tamir edilmesine karar verilmiş. Bunu yapacak uzman aranmış. Bu esnada Hollywood´dan tamir etme teklifi gelmiş. Teklif reddedilmiş. İsteme sebepleri daha sonra anlaşılmış.Tamiri yapılan kaftan Fethullah Gülene giydirilerek Türkiye´ye gönderilecekmiş.
Meclis Başkanımız, “işte resmini gördüğünüz bu kaftan hocasının atının ayağından çamur sıçrayan Yavuz´un kaftanıdır. 17.04.1517´den 17.04.2017´ye tam beş yüz sene sonra tekrar tamir edilerek Yavuz´un kabrinin üstüne kondu...”
Başkanımızla görüşmemizi sağlayan Ahmet Yurtman kardeşim başta olmak üzere katılan “Ankara İlmar 84” mensubu dostlarıma teşekkür ederim.
Birbirinden güzel anlatımın ardından çok güzel intibalarla, muhterem Meclis Başkanımızın huzurundan kucaklaşarak ayrıldık. Ne kendi kasıldı ve ne de bizi kastı. Sıcak ve samimi bir atmosferde geçen ziyaretimiz bize çok ama çok şeyler kattı.
Çok güzel düzenlenmiş Türkçe, Arapça, Rusça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Japonca, İspanyolca, Çince olmak üzere 10 dile çevrilmiş kırk hadis, bir tükenmez kalem, çikolata ve şeker ikramımızı alarak oradan ayrıldık.
Bizi makamında kabul ederek bir hocanın talebesine, bir babanın evladına nasihat eder gibi nasihat eden, bize çalışma azmi ve heyecanı veren Muhterem Başkanımıza, Başkanımızın şahsında geçmişten günümüze vatanı, milleti ve dini için mücadele eden tüm öncü ve önderlerimize gönülden teşekkür ederim.
Ülkemizin birliği dirliği ve dinimizin ikamesi için çalışan tüm büyüklerimizin sağlığında anlaşılması en büyük dileğimdir. Onlardan birinin de muhterem Meclis Başkanımız olduğu da bilinmelidir.
Davamızın öncülerinde muhterem Başkanımıza hayırlı uzun ömürler dilerim.
Ahmet BELADA
---