Darwin bu teoriye nasıl ulaşmıştır?

Bu teori nasıl ideoloji olmuştur?

Teorinin bugünkü insanlığa yansımaları nelerdir?

Darwin, türler arasındaki geçişi anlatan teorisinde insanın maymundan geldiğini söylemez ve Darwin’in böyle söylediğine dair elimizde Darwin’e ait bir delil de yoktur.

Darwin, insan ve maymun arasında çok çarpıcı benzerlikler bulunduğunu ve bu benzerliklerden dolayı da atalarının bir olabileceğini söylemiştir. Daha sonraki bu teorinin müdavimleri Darwin’in bile söylemediği bir şeyi kendisine nispet ederek insanların atalarının maymun olduğunu iddia etmişlerdir. Ama Darwin bu iki tür arasında herhangi bir geçiş olduğunu savunmaz.

BİLİM NEDİR?

Bilim, akıl yolu ile ölçülüp biçilebilen şeyleri inceleyerek elde ettiği bilgiler arasındaki benzerliklere bakarak bir bütünlük oluşturmaya çalıştırır. İlk etapta eldeki bilgilerden bir varsayım oluşturur zamanla bu varsayımı deneyimler ve aldığı sonucu yeterince de tekrarlayabilir ise buna bilim ya da bilimsel veri denilir.

Örneğin; su kaç derecede kaynar diye deneyimlemek isteriz. Deniz kenarında suyun 100 derecede kaynadığını tespit ederiz. Demekki su yüz derecede kaynıyormuş birçok kez kaynattık deriz. Sonra halka suyun bilimsel olarak 100 derecede kaynadığı iletilir. Sonra aynı suyu Everest’in tepesine çıkan birisi kaynatmaya başlar bakarki su 70 derecede kaynamaya başlamıştır. O zaman hani su 100 derecede kaynıyordu bu nasıl oldu der yeni bir teori geliştiririz, suyun kaynama noktasına etki eden acaba dış basınç mıdır deriz, farklı farklı basınçlarda defaat ile deneyleriz ve deneyler sonucunda da yeni bir bilimsel kanaate varırız. Bilim durağan bir şey olmadığı için elimizde olan bilgiden bir teori oluşturup onun gerçek olup olmadığını deneyimlemeye çalışırız. Mevcut bilim bizim son ulaşabildiğimiz verilerdir, zamanla farklı teorilerin deneyimlenmesi ile bu doğru değilmiş aslında şöyle bir şeye daha ulaştık dedirterek değişkenliğini koruyacaktır.

EVRİM VAR MIDIR?

Evrim var mıdır? Sorusundan kasıt, türler arasında geçişkenlik var mıdır? Evet, bazı türler arasında geçişkenlikler bilimsel olarak kanıtlanmış meselelerdir. Yani evrim gerçektir. En basitinden tabiatta tırtılın kelebeğe geçişini gözlemleyebiliriz. Yani evrim gerçektir?

Peki, bu türler arasındaki geçiş bütün hayvanlar için var mıdır? Bu daha ispatlanmış bir bilgi değildir. Bir teorisi de yoktur. İnsan bir canlı ise insan nesli ile başka bir canlı arasında tür geçişi var mıdır? Evrim konusundaki asıl soru budur?

TEORİ NEDİR?

Teori: Elde bulunan bilimsel bazı kanıtlar henüz deneyimlenemediğinde tamamen bir gerçeklik ifade edemezler. Bu aşamadaki bilimsel iddialara teori denir.

Darwin teorisi gerçek midir? Diye bir soru sorulması abestir. Böyle bir soru sorulamaz, çünkü gerçek olsa bilim olurdu. Daha ispatlanmadığı için yani eldeki veriler bu konuyla tamamen örtüşmediği için zaten TEORİ denilmiştir. Bu bir teoridir. Daha bilimsel bir gerçek bile değildir. Bilim adamları bütün yönleri ile bu teoriyi ispatlamaya çalışmaktadırlar. Ama bu teorinin bilimsel olması için birçok deneyimleme ve gözlemleme şartı olduğundan insanın ve maymunun atasının aynı olduğuna birkaç kez şahit olmak gerekir ki bu deneyimlere bilim diyebilelim ve insanoğlunun bu konuyu deneyimlemede ömrü yeterli olmadığından bu mesele teori olarak kalacaktır. Teoriler ispatlandıklarında bilim olurken ispatlanamadıklarında teori olarak kalırlar.

BU TEORİ NEDEN ORTAYA ATILMIŞTIR?

İnsanlar geçmişlerini hep merak etmişler ve hayatlarını anlamlandırabilmek için hep bilimsel bir çözüm aramışlardır.

Darwin 1830’lu yıllarda ilk kez tropik ormanları görür, bu çeşitliliğin diğer yerlerde olmaması onun merakını uyandırır. Alp dağlarına çıktığında denizin ulaşamayacağı yerlerde deniz kabukları bulur. Filanca kara bölümünün zamanla sular altında kaldığını öğrenir ve zamanla yeryüzünün değiştiğini canlıların da bu değişime ayak uydurduklarını anlar. Değişim kendi içerisinde zayıfı yok ederken güçlüyü ayakta tutuyordur.

Değişimden kaynaklı yeni koşullar canlılarda farklı özelliklerin çıkmasına sebep oluyor mu konusu kendisinde merak uyandırır. Mesela bir bölgeyi su bastığında oradaki kara kaplumbağaları suda boğulur. Ama boğulmama üzerine çabaları ile suda yüzmeyi başarıp bu özelliği ile ön plana çıkan bir kaplumbağa bu özelliği ön plana çıkmış başka bir kaplumbağa ile çiftleşir ise zamanla su kaplumbağası kara kaplumbağasının doğa şartları karşısında evrimleşmiş yeni bir türü mü olmuş olur? (Örnek konunun anlaşılması için tarafımdan tamamen uydurulmuştur) Yani canlılar içinde bulunduğu konumdan dolayı değişir ise aynı değişime uğramış bir başka canlı ile birleşip yeni bir tür oluşturabilir. Gibi türler arasındaki geçişlerden bahseder. Acaba insan da bu geçiş yapan canlılardan bir canlı mıdır?

Aslında bu şartların farklılaşmasından dolayı türde gözlemlenen değişiklik olayı kısmen de olsa teologların da din adına söylemlerinde var olan bir gerçektir. Madem dini inancımız bize insanoğlunun Âdem ve Havva’dan geldiğini ifade eder o halde farklı ırklar (zenci, beyaz gibi) nasıl oluşmuştur denildiğinde en basit şekli ile yaşadığı coğrafyanın yaratılıştaki farkın çıkması için vesile olduğundan bahsedilir. Mesela: Güneş ışınlarının dik açıyla geldiği ülkelerde vücut güneş ışığından zarar görmesin diye derinin kendini karartarak derisi esmer olan insanların zamanla kendisi gibi birisi ile evlendiğinde doğacak çocuğun bu geninin bir tık önde doğduğunu zamanla birkaç bin sene sonra da aynı süreci takip eden insanlarda zenci neslin oluştuğu söylenilir. Yine biz Türkler Orta Asya’dan gelmişizdir geldiğimiz coğrafyada yaşayan Japonya, Çin, Türkmenistan, Kore, Kazaklar, Moğollar hepsi çekik gözlüdürler ama farklı bir coğrafyada diğer coğrafyadaki etkenler olmadığı için gözümüzdeki çekiklik gitmiştir şeklinde ifade edilir. Canlılar ortak menşelerden çıkarlar sonra dallanıp budaklanabilirler. Aslında sadece canlılar değil, diller bile böyledir. Zamanla farklılaşır ve çoğalırlar. Ya da en doğru şekliyle bu Allah’ın yaratmasıdır.

Canlı türlerinin bir kısmında türün kendi içerisinde hatta yine bir kısmında başka türler arasında geçiş olduğu bilimsel olarak ispatlanmış meselelerdendir. Bu geçişler içerisinde insan ve hayvan arasında bir geçiş var mıdır? Ya da ilk yaratılışta ortak ataları olan bir türden mi türemişlerdir?

Evrim teorisi bugünkü bilgilerden geçmişi anlamlandırma çabasıdır. Genetik çalışmalar insan ve maymun arasında 40 civarındaki temel proteinde ve amino asit dizilimlerinde benzerlik olduğunu söylemiştir. Tabi bu protein benzerliği Darwin döneminde daha yoktu teknoloji o seviyeye gelmemişti Darwin’in protein benzerliğinden haberi bile yoktu. O daha farklı işlevsel benzerlikler bulmuştur. Bu tespitler O’nun söylemini devam ettirmeye çalışan Darwinci bilimcilerin sözüdür.

Maymun ile insan arasında DNA benzerliğinden bahseden insanlar olmuştur. Dünyada daha insanın DNA’sı en geniş şekli ile yeni çözülmüştür. Hayvanlarda bu işler tamamıyla tamamlanamamıştır. Ama olaki böyle bir benzerlik bile olsa yine de ne birbirimizden geldiğimizi ne de aynı anne ve babadan geldiğimizi bilimsel olarak göstermez. Bazı bilim adamları İnsan ile nematod (solucan ) DNA sının da benzerlik gösterdiğini hatta drosophila meyve sinekleri ve insan DNA sını karşılaştıran bilim adamları genler açısından insana ciddi bir benzerlik sağladığını ifade etmişlerdir. Hatta insanda 46 şempanzede 48 kromozom olmasından yola çıkan bazı bilim adamları bunu teoriyi ispatlamada delil göstermiş ama insanla aynı kromozoma sahip patateste 46 kromozom çıktığında patatesi veya solucanı veya sivrisineği insana soy olarak isnat etmemişlerdir.

Belki de patatese bakan bir Çinli Budist bilim adamı benim teorime göre reenkarnasyon varmış bile diyebilir.

Bu meselelerin hepsine ispatlanamadığı sürece teori denilmiştir. Benzerliklerden dolayı böyle düşünülmüştür.

Zira evrim teorisinin tekrarlanabilirliği imkânsız olduğu için 200 yıldır bir bilim olamamıştır.

DİN İNSAN VE MAYMUNUN AYNI ATADAN GELDİĞİ HAKKINDAKİ TEORİYE NASIL BAKAR?

Teolojik olarak bakıldığında insana özel bir ruh üflenilmiş, mesuliyet yüklenilmiş ve diğer canlılardan daha özel yaratılmıştır. İnsan coğrafi farklılardan ve tesadüflerden meydana gelmiş bir varlık değildir. Allah’ın yarattığı özel bir tasarımdır, İnsan tabiatta sadece bir canlı değildir. Eşrefi mahlûk olarak kabul edilir hatta birçok canlı da insanoğluna hizmet için yaratılmıştır.

EVRİM TEORİSİ NASIL İDEOLOJİ OLDU?

Büyük Lizbon depreminden sonra 1755 yılında Avrupa’da Hıristiyan din anlayışı çökmeye başladı çoluk çocuk bu depremde ölünce bir tartışma başladı tanrı çocukların ölmesine neden müsaade etti gücü yetmediği için engelleyemedi mi? Ya da tanrıda bir kötülük mü var?  Gibi kendilerince bu tartışmalara girdiler (Allah bütün eksikliklerden münezzehtir) o sırada Emanuel Kant denen kişi bu işin tanrı ile alakası yoktur. Hatta tanrı da yoktur her şey bir doğa olayıdır, deprem sadece doğadan oluşur gibi bir söylemle tabiattaki işlerin Allah’ın tasarrufunda olmadığını hatta Allah’ın da olmadığını doğru olanın sadece bilimsel gerçekler olduğunu ifade etti. Nerede ise Darwin bu söylemlerin tartışıldığı dönemde doğan bir çocuk olmuştur. Zamanla Karl Marx da bu söylemleri 19. Yüzyılda anlamlandırma yaparak bir pozitivist ideolojinin söylemi haline getirmişlerdir. Yani artık herşeyi bilimsel olarak izah etmeye veya en azından teori bazında ortaya koymaya başlanılan yeni bir bilim dini oluşmaktadır.

POZİTİVİST DÜŞÜNCE VE DARWİN

Bu dinin müntesipleri hayatın anlamı nedir? İnsan nereden geldi? Gibi sorular sormaya başlayınca aslında ilimin konusu olmayan meselelere (çünkü deneyimleme ve gözlemleme bulunmamaktadır.) bilimsel veriler bulmaya çalıştılar. Dünyada bir ekolojik denge olduğunu ve bu ekolojik dengenin kendi içinde bazı türleri ayakta tuttuğu, bazı türlerin yok olduğu ve Darwin’in türün başlangıcı olarak insan ve maymunun aynı atadan gelmiş olabilirler sözünü değiştirerek coğrafi etkenlerin sonucunda insanın maymundan geldiğine dönüşen bir ideolojinin bir parçası oldu.

Bir bilimsel araştırma konusu olan teori sanki ispatlanmış bir bilgi gibi insanlık tarihini anlatan ideolojik bir veriye dönüştü.

Bu ideolojik teorinin en tehlikeli yönü iseinsanoğlunu sadece tabiatın bir parçası olan canlı türü gibi görmekle başladı. Ortada bir tabiat ana var hepimiz bütün canlılar aynıyız kimse kutsal değil o halde insan da bu tabiat şartlarında ayakta kalmayı başarmış ve değişmiş bir canlı ise asıl olan mesele türlerin korunması için tabiatı koruma meselesi olmuştur.

Yani Pozitivist insanlık YERYÜZÜNÜN RABBİ olmaya terbiyecisi olmaya karar vermiştir. Zaten insanoğlu eskiden ekip biçer devlete katkı sağlardı, şimdi makinenin icadı ve sanayileşme devriminden sonra sadece tüketen ve ekolojik dengeyi bozan bir canlı haline geldi ve madem biz tabiatın düzenleyicileriyiz o halde bu tabiatı düzene sokalım diye işe başladılar. Yakın zamanda şu Avusturalya’daki develer çok su içiyor sular azalır ise ekolojik denge bozulur. Bu kabul edilemez develerden beş bin tanesini eksiltelim deyip katlettiler. Hani tabiatın kendi dengesi içerisinde zayıflar gider güçlüler kalırdı neden kendi sirkülâsyonuna bırakmadınız? Diğer bir canlı olan insanoğlu çok ürüyor bu da ileride yaşlı dünyamız için tehlikedir. Deve ne ise insan da odur o halde yaşlı dünyamızda ya yeni çocuk olmasın ya da çocuk olmasını engellemek için gerekli olan şeyler nedir? Çok çocuk olan ülkelerde nüfus planlamasını anlatmak, gebeliği engelleyici materyalleri bedava dağıtmak, toplum projesi olarak eşcinselliği bir özgürlük bir cinsel tercih olarak sunmak çalışmak aynı düşüncenin devamıdır. Madem tabiatta yaşıyoruz tabiat nasıl zayıf olanları yok ediyor ise bizde içimizdeki zayıf kesimi ilk önce delileri, zihin engellileri bunlardan başlayıp ötenazi yapalım diyen insanlar türemiştir. 60-65 yaş arası komple külfet onlardan kurtulmanın yoluna bakalım sesleri yükselmektedir. İleri boyutta da nasıl çiftçiler en çok süt veren ineği çoğaltıyor ise tabiata faydası olan kesimi üstün ırkı temsil edelim o neslin yayılması diğer nesillerin telafisi için çaba sarf edelim gibi birçok plan yapıldığı aşikârdır.

Pozitivistler için bu söylemler, şerefli bir mahlûk olan insan üzerinden değil de tabiatta evrimleşebilen bir homosapien olan insan üzerinden gidince daha doğru olacaktır. Hâlbuki biz Müslümanlar zaten insanın maymundan geldiğine falan inanmıyoruz zira insan balçıktan yaratıldı. Âdem ve Havva vesilesi ile geldiğimize iman ettik bilinenlerden bilinmeyenlere ulaşmak bir zandır. Zaten bilinenden bilinmeyenlere de ulaşılamaz gaybın anahtarları sadece Allah’ın elindedir.  Allah insanı sudan yarattığını söylüyor ise inanan insan için bilimin sınırı imandan sonra başlamaz ama inanan insanlar bu teorinin artık teori olmaktan çıkıp bir ideoloji olmaya başladığını gördüklerinde bununla mücadele etmeleri gerekmektedir.

Yine Dünya büyük patlamadan (bigbang) sonra oldu teorisi vardır. Evren genişliyor genişleyen varlık parçalanır vs. o halde dünya patlamadan sonra oluştu bunlar adı üzerinde teoridir peki patlamadan önce ne vardı? Geçmiş meselelerin tekrarı olmadığı için bilinenden bilinmeyene ulaşılamaz sadece zannedilir. Zannın çoğu yanlıştır. Birçok bilim insanı insanoğlunun bu kadar mükemmel olabilmesi, tesadüfler, coğrafi koşullarla alakalı olamaz benzerlik var diye insan ve maymun arasında ilim çıkmaz deneylemeyen tekrarı olmayan geçmişteki şeyler teori bile olamaz bu iddialar ancak varsayımdır ve zandır. Bilim kâsesinde sunulan bir fikirdi de zamanla kokuştu çürüdü bir zehir haline geldi.

Batı birilerinin avucuna bir teori bırakıyor insanlar batıdan daha çok hevesli bir şekilde sahip çıkıyor. Fikir senin değil, ortadaki ilim değil, bir de bu fikri ideolojik kumpaslarına alet edinmişler biz neyi savunuyoruz. Maymun ve insan arasındaki benzerlikten yola çıkarak şayet insan bir hayvanla aynı atadan gelecek olsa idi bu Avrupa’dan ne gelse sahiplenen insanlara bakınca duygusal benzerliklerinden dolayı koyundan gelmesi daha yüksek bir teoridir demek gerekirdi. (Latife)

Velhasıl canlıların bir kısmında evrim vardır. İnsan ve maymun arasında evrim var mıdır sorusu sadece bir teoridir. İspatlamamış bilime teori derler. 200 senedir ispatlanamamış bir teoriye gerçek midir? Diye sorulmaz. Gerçek olsa bilim olurdu. Bilim ise aslında durağan bir bilgi değildir ve bilim iman meselesi asla değildir.