İkinci Hasan Saka Hükümetinin Maarif Vekili Tahsin Banguoğlu anlatıyor: “Diğer CHP milletvekilleri gibi seçim bölgeme hiç gitmeyenlerdendim. DP (Demokrat Partisi)´ nin ayak sesinin duyulmasıyla beraber, bizde de telaşlı bir hareketlilik başladı. Vekiller olarak, memlekette nelerin olup bittiğini öğrenmek için, milletvekili seçildiğimiz şehirlere gitmeye başladık. Yani bizlere oy veren insanlarla ilk kez yüz yüze gelecek ve görüşecektik. Bu durumun çok geç olduğunu seçim bölgelerine gidince öğrenecektik ama nafile…
Banguoğlu, seçim bölgesi Bingöl´den Ankara´ya döndüğünde, gördüklerini ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor; ‘halkın bir sürü maddi ihtiyaçları olmasına rağmen gördüm ki, toplumun en yoğun şikâyeti dini konular altında toplanıyordu; Camiler bakımsız, imam yok, bırakın imamı cenazeleri kıldıracak kişi bile bulunamıyordu. Çocuklara en iptidaî dinî bilgileri verecek insan, okutulacak kitap bile yoktu, vs…´
Ankara´da seçim bölgelerinden gelen Milletvekilleriyle bir araya geldiğimizde gördüm ki, bahsettiğim şikâyet ve isteklerin bütün Türkiye çapında geçerli... Bu bilgiler ışığı altında okullarda din dersi okutulmasına karar veriliyor…
‘Mürekkebin akmadığı yerde kan akar.´
‘Âlimin mürekkebi ile şehidin kanını eşit tutan´ bir medeniyetin temsilcisi olarak kitap hayatımızın vazgeçilmezi olmalıdır. Kitabi olmayan hayat hurafe ve bidatlerle dolar. Ekmeğe, suya, havaya duyduğumuz ihtiyaç kadar kitaba da ihtiyacımız vardır.
Son günlerde okuduğum kitaplardan bazıları;
Bosna Hersek´in olduğu kadar İslam dünyasının da medar-ı iftiharı Aliya hakkında gerek Türkiye´de ve gerekse dünyada çok sayıda makale ve kitap yazıldı. Kitabın ve makalenin dışında HECE Dergisi bir de “Bilgemiz Aliya İzzetbegoviç” özel sayı çıkardı.
‘Doğu Batı Arasında İslam´, ‘İslam Deklarasyonu´ başta olmak üzere yazdığı ve hakkında yazılan makale ve kitapların birçoğunu okudum.
Bosna Hersek´in düşünürlerinden ve Aliya´nın çalışma arkadaşlarından olan Fikret Muslimoviç ile Selmo Cikotiç´in yazıp, Dizenita Özgüner tarafından Türkçeye tercüme edilen “Düşünür ve Devlet Adamı Aliya İzzetbegoviç” kitabı özellikle Begoviç´in fikir dünyası olmak üzere, Bosna Hersek´in bağımsız bir devlet olması konusunda nasıl mücadele ettiğini anlamak için okunacak iyi bir kitaptır.
Bosna´da yaşayan Sırpları Yugoslavya´ya, Hırvatları Hırvatistan´a bağlayıp, Müslüman Boşnakları yok etme konusunda Miloseviç, Karaciç* ile Tucman, Boban´un* kendi aralarında nasıl anlaştıklarını Aliya ise feraset ve kararlılığı ile bu anlaşmayı nasıl bozduğunu, bu kitapta göreceksiniz. Sırp ve Hırvatların tüm acımasızlıklarını, insanlık dışı yapılan zulme Batı´nın seyirci kalması hatta Bosna´ya silah ambargosu uygulamaları ve kıt imkânlarına rağmen nasıl mücadele ettiklerini bu kitapta göreceksiniz.
Güler yüzlü, düşünür ve siyaset adamı Aliya´yı ve mücadelesini öğrenmek için okunması gerektiğini düşündüğüm güzel bir kitap. Böyle bir kitabı neşreden HECE yayınlarını tebrik ederim.
Dana Sajdi´nin derleyip Koç Üniversitesinin Yayınladığı “Osmanlı Laleleri, Osmanlı Kahvehaneleri On Sekizinci Yüzyılda Hayat Tarzı Ve Boş Vakit Eğlenceleri” kitabı, Lale Devri diye maruf olan, Sadabat diye dillere destan olan dönemi anlamak için iyi bir çalışma. Eğlence çeşitlerini ve eğlence yerlerini öğrenmek için okunası bir kitap.
Yapılan Kasırların özgün olarak mı, yoksa Paris´teki veya İsfahan´daki saraylar örnek alınarak mı yapıldığını öğrenmek için iyi bir inceleme. Hassaten Macar asıllı İbrahim Müteferrika´nın kurduğu ilk matbaanın hangi kitapları bastığını, basılan o kitapların ne kadar satıldığını grafik ve sayısal olarak öğrenmek isteyenlerin istifade edeceği değerli bir kitap.
Sadabat eğlencelerinin, sünnet merasimlerinin nasıl olduğunu öğrenmek isteyenlerin zevkle okuyacakları bir kitap. Lale Devri konusunda Ahmet Refik Altınay´ın değerlendirmelerini, ilk sefirlerimizden 28 Mehmet Çelebi´nin Paris´te nasıl karşılandığını, oradan hangi fikirlerle döndüğünü anlamak için okunması gereken bir kitap. Eğlence devrinin hazırlayıcısı “Damat İbrahim Paşa mı?” “Paşa´yı öne süren Padişah III. Ahmet mi?” değişik bir ifadeyle Padişah mı Paşayı; Paşa mı Padişahı kullandığını öğrenmek isteyenlerin başvuracağı bir kitap.
KAHİRE
Biri Ortadoğu´nun hatta Afrika´nın diğeri Batı´nın en kadim iki şehri; Kahire (Mısır) ve Paris (Fransa). “Paris, Jöntürklerin acı yuvasıydı; Kahire, İttihat ve Terakkicilerin her ikisi de İstanbul´dan kaçmış veya oradan sürülmüştü” Hoca bu tespiti yaptıktan sonra yaptığı diğer bir tespit daha da enteresan: “Paris sokaklarında yürürken kendinizi daima ‘etkilenen´ olarak algılıyorsunuz. Oysa Kahire´nin sokaklarında kendinizi, ‘hem etkileyen hem de etkilenen kolektif bir özne´ olarak duyuyorsunuz”
Kahire, Araplar için Batı ve Amerika ile konuşan uzak akrabadır.
Nüfusun çokluğuna rağmen uygulanan katı polisiye tedbirlerden midir nedir bilinmez İstanbul´a oranla fazla olayın olmaması dikkat çekicidir.
Kahire´de misafir öğretim üyesi olarak bir yıl, Paris´te araştırma ve seyahat için bir ay kalmış Mehmet Narlı hoca. Hayalîmidir gerçekten öyle bir abisi varımdır bilmiyorum ama Ahmet abisine Kahire´den mektuplar yazarak müşahede ettiği şehri, şehirleri, şehirlerin yanı sıra tarihini insanlarını anlatmaya, tanıtmaya çalışmış. Oraları anlatırken kullandığı üslubu çok beğendim.
Kendilerini değerli kardeşim Ali Karaçalı vasıtasıyla tanımıştım. Onu tanımış olmamaktan mutluyum. Birkaç kez karşılıklı muhabbet etme imkânım oldu. Nezaketi itibariyle takdir ettiğim kıymetli bir insan. Zaten nezaketi kitabına da yansımış.
Karşılıklı muhabbetimizin dışında kaleminin güzelliğini okuduğum bu ilk kitabında buldum. İyi ki de bu kitabıyla kalemini tanıma imkânı buldum. Sanırım bundan sonra hocanın diğer kitaplarını da temin edip okuyacağım.
Kahire´yi anlattığı şiirlerin dışında tüm Kahire günlüklerini on mektupla anlatmış. Yukarda da ifade ettiğim gibi, mektuplarını gönderdiği Ahmet abisine Kahire´de yaşadıklarını, karşılaştıklarını bir bir anlatmaya çalışıyor. Her e kadar Mısır kapıları “Yavuz´la açtığımız kapı ise de, şimdi kapılardan girenler başkaları… Kahire´nin kapıları bize kapanalı hayli olmuş. Kahire kapılarında artık bir gurbetçi gibi duruyoruz. Havaalanında başlıyor kapıya vuranın kim olduğu sorusu” Bu ifadeleriyle Narlı hoca Mısır´dan (Kahire)nasıl uzaklaştığımızı/uzaklaştırıldığımızı vurgulamaya çalışıyor.
Eve ayakkabıyla girilmesine Mehmet Hoca çok bozuluyor. Ayakkabılarını çıkartmaları konusunda çok uğraşmasına rağmen bir türlü başaramadığını ifade etmekte
Mısır´ın Necip Mahfuz´undan, bizim Akif´imizden bahsediyor. İskenderiye Fenerinden, müzelerden bahsediyor.
En çok rağbet gören Amerikan Üniversitesinin olduğu ülkede, rağbet gören üniversitelerin Ezher, Kahire ve Narlı´nın da hocalık yaptığı Aynü´ş-Şems üniversitelerinin olduğundan bahsediyor. Ülkede toplam yirmi üniversite olduğundan, üniversitedeki her odada ortalama 5-10 hocanın birlikte kaldığını, dersi olmayan hocaların okula gelmediklerini söylüyor.
Mısır´da maaşlar da son derece düşük. Bu da rüşvetten hırsızlığa kadar birçok yolu neredeyse mubah hale getirmekte/getirmiş. Memurlar sabah 9.30 gibi işe başlıyorlar, 14.30´dan sonra güya çalışıyorlar 16´da işi bırakıyorlar. Dolayısıyla Mehmet hoca, hayat şartlarının çok zor olduğundan bahsediyor.
Kalacak yerleri olmayan binlerce insanın katlı mezar evlerinde kaldıklarından, kendine has edebi üslupla ne de güzel anlatmış Mehmet Hoca.
İnsanların tolu taşıma araçlarına nasıl tıklım tıklım bindiklerini, eski devlet başkanlarından Nasır´ın çöllerden getirdikleri evsiz insanlara evleri kiralayıp, kendilerine bıraktığını, kendileri öldüğünde ailelerinden diğerlerine intikal ettiğini anlatıyor. Bu yüzden kirada oturanların 5 lira gibi sembolik bir rakam öderken hemen yanındaki evlerin kiraları 500 lira olabiliyor.
Tarihe olaylara, Hz. Musa´ya, Fravun´a, Yahudilere fazla girmese de, tarihi mekânlardan bahsetmiş. Talebelerin şahsında Mısır halkının karakterlerine onların Türkiye´ye nasıl baktıklarını, düşünce dünyalarına ince ince sorarak nasıl sahip olduğunu Kahire notlarından çok güzel sahip oluyoruz.
PARİS
Kısaca Kahire günlüklerini çok beğendim. Aynı beğenimi Paris notları için söyleyemeyeceğim. Yaklaşık elli sekiz gün kaldığı Paris´te anlaşılan o ki, satır aralarından çıkarımıma göre kendisi de Paris´ten çok zevk almamış gibi geldi. Nitekim kendisi de; “Bu paylaşımlarda kayda değer bir şey var mıydı; bilmiyorum” diyerek benim o endişeme açıklık getirdiğini düşünüyorum. Paris demek Avrupa´nın olduğu kadar dünyanın da fikir dünyasına kaynaklık yapan bir merkez olması münasebetiyle Mehmet Hoca´da daha çok felsefi, okumadan yazmadan ve edebiyat dünyasında isim yapmış kişilerden bahsediyor. Her doğanın öleceği, ölenlerinden yaptıklarından hesaba çekileceklerini ifadeye çalışıyor. Nitekim mezarla ilgili: “Mezarlık, insanın doğar doğmaz kendine doğru geldiğini bilir; ama insan, bundan habersizdir; öyleyse ihtimal mezarlığın dilini anlayan, hakikate de temas eder.”
Kaldığı otele karşı tavrına da oteli tanımlayarak izaha çalışıyor: “Otel fena; hiç kimsenin değildir otel; modern yalnızlığın anasıdır o.”
Yazarlardan bahsederken onları kategoriye ayırarak: “Kimi yazmak için dünyaya bakar; kimi dünyaya bakmak için yazıyor” diyor. Ayrıca insandaki merakı da şöyle izah ediyor: “İnsan, görmek, yapmak, dokunmak ve anlamak ister, merak ruhun enerjisidir” diyor ve “İnsan ihtiyacının değil arzusunun ürünüdür” diyor Mehmet Narlı hoca.
Ayağımızın yere sağlam basması, geçmişimizi öğrenmek, halimizi değerlendirmek ve geleceğimizi planlamak için okumak mecburiyetindeyiz.
2017´yi bitirip 2018´e girerken geçmişin hayırla geçtiğini umar, geleceğimizin çok daha iyi olmasını temenni ederim.
------------------0------------------
* Miloseviç, Karaciç: Miloseviç Yugoslavya´nın, Karaciç ise Bosna´ deki Sırpların lideri
Tucman, Boban: Tucman Hırvatistan´ın, Boban ise Bosna´daki Hırvatların lideri
Ahmet BELADA