Şu moral dediğimiz şey insanı gelip de bulmaz ki insanın en umulmadık bir anında. Nerede bir özlem türküsü yakılmışsa, nerede bir gözyaşı dökülmüşse kederlenir bütün yürekler. İçine kapanır ve nerede kalbi titretecek bir hatıra varsa onu bulup çıkarır açığa ve o kederli yüzde kendini bulur.

     İnsan nasıl kederlenmesin be kardeşim!

     Etrafımız kuşatılmış.

     Darda kalmışız

     Ve gözümüz görmemekte hiçbir şeyi.

                                 *             *            *

      Maddenin tahakkümü kalplerde tahakkuk etmiş bir kere. Ne yaparsanız yapın nafile. Sıyıramıyorsunuz kendinizi, zor oluyor tabi. Bu, bedenin ruhtan çıkması gibi bir şey sanki.

      Çevrenin olumsuzlukları oldukça fazla. İnsanlar da etkileniyorlar. Bazen bir şeyi bozmak, yıkmak, batırmak çok kolay geliyor birilerine. Kötü örnekler toplum hayatına egemen oluyor. İnsanın kanı durmuyor ve kaynadıkça kaynıyor. Yirmisinde de ellisinde de aynı. Aynı hatalar tekerrür ediyor.

İnsanoğlu bir araç sürerken dahi basıyor gaza ya bir ağaca bindiriyor ya da bir insana… Kan yerinde durmuyor. Kaynıyor. Yapılan hataların tekerrür etmesi de ibret alınmamasından. Düşülen hatanın devam etmesi galiba alışkanlıklarımız arasında ilk yerini koruyor olmalı.

          Yanlış yolda durmalar, hatalı sollamalar, birilerine acelecilikten dolayı farkında olmadan çarpmalar. Bütün bunları anlıyoruz. İnsanlar farkında değil ama bir tutku gibi bütün bunlar. Yani aşk gibi, sevgi gibi! Aşk için hadi neyse diyelim ama sevgi için böyle bir örnek ne kadar ters ise de, insanların normal konuşmalarındaki küfürlü sözler de bir o kadar yakışıksız!

En ufak bir şeyle özellikle de erkeklerin ağızlarına bir sakız gibi yapışıyor adeta. Bu gibi hususları insanların bastırılmış duygularına bağlasak da; bastırılmış duygulara rağmen küfre inat mazlum, mahzun ve efendi tipler de karşımıza çıkmıyor mu ya? Beklide ağzı olup da dili olmadığından mahzun oluyor biçareler. Ama netice olarak insanlara sinkaflı davranış içinde olanlara göre sözünü ettiğimiz tipleri takdir etmeliyiz.

         Hatalarımızı bir şekilde ödüyoruz. Ne yaparsak yapalım, yaptığımızı görüyor ve ceremesini çekiyoruz. İnsanlar yaptıklarıyla yaşarlar. İyi insanlar iyi şeylere layık olduklarına da inanmak gerekir. Yapılan iyi, hayırlı davranışların neticesini gördüğümüzü bildiğimiz kadar ”yapanın yanına kar” kalacağı gibi bir inanış da zihinlere yerleşmiş durumda. Bazen o kötü insanların da neler çektiklerini düşünürüm. Ne yapıyorlarsa kendilerine yapıyorlar bütün insanlar gibi. Kötüyse kötü. Ama kötülerin ne gibi kötülüklerle karşı karşıya kaldıklarını da acaba bilebiliyor muyuz?

        İnsan biraz da kötülere mi acımalı acaba?!...

        Ne dersiniz?

        Bazen bildiğimiz bazen de bilmediğimiz halde onlara acırız. Islah olmalarını dileriz.

        Eğer insanın içinde sevgi denen ulvi ışık parlıyorsa Allah´ın hiçbir kuluna kötülük beslemez. Ama işte o sözünü ettiğimiz kişilere karşı ister istemez düşüncelerimiz yani içimizdeki ikinci ben karşımıza geçiyor ve o kişileri bize hatırlatıyor.

         Aslında insanlar hatasız değiller.

         İyi yolda hareket etmek isteyenler ve kötü yolda hareket etmek isteyenler… Bazı düşünceler zihnimde bir renkler armonisini canlandırır.

         Yani?..

          Yanisi şu: iyi veya kötü olmak isteyenler, olmaya çalışanlar, öyle görünenler, olduğunu sanan ve sonuç itibariyle kesin bir kanaatle iyiler ve kötüler!

        İyilerle her şey iyi ve güzel. Parlak, yerine göre canlı, ağır ve atak. Biliyorum bu nitelemeler kötülerde de olabilir diyeceksiniz önemli olan insanların ne olduğudur. İnsan kendini nerede görmek isterse başkaları da o kişiyi orada görebilirler.

        Hayatı olduğundan farklı görenler yok mudur? Vardır. Caddeye çıkın bir kenara dikilin yürüyen insanlara bir süre bakın! Ama iyi bakın! Özellikle de yüzlerine… İnsanların giyim kuşamı kişiler hakkında bizlere olumlu olumsuz fikirler verse de yine de gözlerinizi yüreklerin yankı bulduğu yere çevirin!

       Yüzlere… Farklı farklı yüzler göreceksiniz.

        Bir de en önemlisi gözlere… Ruhun kaynağı gözlere. Gözler yalan söylemez. Söylese de kendini belli eder.

       Bakışlar, çok şeyler ifade eder; konuşmalar ve davranışlar bizlere tipler; ruhlar hakkında bilgi verseler de… Onun için hayatın cıvıltısını, neşesini, saflığını, iyilik ve güzelliğini onlarda görürsünüz.

       Hayatı seven gözler!

       Hayatın canlılığını özleyen gözler! Yaşamanın doyumsuzluğu billur gibi yürekten dökülüyorsa böyle bir hayat sevilmez mi be kardeşim. Kuşkuyla değil de gönül sıcaklığıyla gülümseyerek bakabiliyorsanız buyurun size hayatın ne kadar güzel olduğunu anlatan bir şiir.

      Melih Cevdet Anday´ın bu; “Çok Güzel Şey” isimli insanı hayata bağlayan dizelerini okuyalım:

 

               “Yaşamak güzel şey doğrusu

                Üstelik hava da güzelse

                Hele gücün kuvvetin yerindeyse

                Elin ekmek tutmuşsa bir de

                Hele tertemizse gönlün

                Hele kar gibiyse alnın

                Yani kendinden korkmuyorsan

                Kimseden korkmuyorsan dünyada

                Dostuna güveniyorsan

                İyi günler bekliyorsan hele

                İyi günlere inanıyorsan

                Üstelik hava da güzelse

                Yaşamak güzel şey

                Çok güzel şey doğrusu”

Hayatın güzelliği yazar kavlince; güzelliğiniz olsun!