Ölüm haktır. Her fani sayılı nefeslerini tamamlayınca onu muhakkak tadacaktır. Dünya hayatını kabir gerçeğinden habersiz yaşamak, gündüzü akşamsız telakkî etmek kadar tuhaftır.
Unutmayalım ki her gün ömür takvimimizden bir yaprak düşüyor. Alıp verdiğimiz her nefes bizi dünyadan biraz daha uzaklaştırıp, kabre bir adım daha yaklaştırıyor. O halde düşünmeliyiz ki, bırakıp gideceğimiz fani dünya için ne kadar; ebedi hayatın ilk durağı olan kabir için ne kadar gayret içindeyiz?
Hikmet ehilleri buyurur ki;
- Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış!
- Ahiret için, ahirette kalacağın kadar çalış!
- Allah Teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et!
Yunus Emre Hz. buyurur ki;
“Yavuzluk etme sakın,
Ecel sana senden yakın,
Nicelerin aslın kökün,
Yard eyleyip baza durur… “
Nitekim Resulullah (s.a.v.) Efendimiz de sık sık;
“Allahım kabir azabından ve cehennem azabından sana sığınırım” diyerek hakkına kavuşmuştur.
Ölümü tefekkürün kazandırdığı gönül ufkundan mahrum kalmamak içindir ki ecdad, kabristanları şehir içlerine ve cami önlerine yapmışlardır.
Unutmayalım ki, mülkün gerçek sahibi Cenâb-ı Hak’tır. Kul adeta bir veznedardır. Dünya malı nesilden nesile aktarılır ve yine dünyada kalır. Kul ise onu nasıl kazanıp nasıl sarf ettiğinin hesabıyla ahiretine intikal eder.
Efendimiz (s.a.v.) Allah’ın verdiği nimetleri yine onun kullarına ikram etmekten büyük zevk alırdı. Yüce Rabbimiz, kuran ve sünnet ikliminde takvâ üzere bir hayat yaşayıp müslüman olarak can vermeyi cümlemize nasip etsin. Dünyada ve ahirette de iyilikler, güzellikler ve hayırlar ihsan eylesin.
Allah’a emanet olunuz…