Sevgili dostlar,
Hepinizin bildiği “Söz namustur” diye güzel bir benzetmemiz var değil mi?
Bazen bu söz “Söz senettir” diye de söylenir.
Bu sözün günümüzde ne kadar geçerliliğini koruduğunu tartışacak değilim. Herkes etrafındakilere bir göz attığında kimin ne kadar sözünde durduğunu görecektir zaten.
Ben yine de bir şey diyeceksem, meramımı bir dörtlük ile deyivermeyi yeğlerim.
Çağrım var, hakikat sözü duyana
İnatla bekler, sabredeni zafer
Sıkı tutun "gel" denince koşana
"Gelirim" deyip gelmeyeni boş ver...
Tam bu dörtlüğü yazmıştım ki tarihten gerçek bir hikâyecik geldi hatırıma.
Mithat Cemal Kuntay anlatıyor, Mehmet Akif Ersoy ile aralarında geçen bir sözleşmeyi… Aralarındaki sözleşmeyi aktarmadan önce, Mehmet Akif’in kişiliğini ve “söz” vermenin ondaki karşılığını vurguluyor “Sözünde Duran Adam” başlığı altında… Devamen:
“Mithat Cemal’e göre Akif’te mefhumlar ve doğrular tektir.
Söz verdi mi onu mutlaka yerine getirecektir.
Mehmet Akif, sözünü yerine getirmemeyi “namusa mugayir” sayar.
Akif, Meşrutiyet’in ilk senelerinde, bir cuma günü Mithat Cemal’le sözleşir. Akif, Kuntay’ın Çapa’daki evine gidecektir. O gün adam boyu kar yağar. Arabalar, tramvay, tren ve vapur hava şartlarından işlemez. Sütçü ve ekmekçiler, kar ve tipiden dışarı çıkıp dağıtım yapamaz. Vakit öğle olmuştur ve ekmekçiler hâlâ ortada gözükmemektedir. Derken kapı çalar; Mithat Cemal, karşısında Akif’i görür. Büyük şairin bıyığının yarısı donmuştur. Mithat Cemal, Akif’in kar ve tipiye rağmen Beşiktaş’tan Çapa’ya nasıl geldiğini merak eder. O, bu mesafeyi yürüyerek kat etmiştir. Mithat Cemal, Akif’in bu havada yürüyerek oraya gelmesine hayret eder. Akif ise, arkadaşının hayretine şaşırır.
Akif: “Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim” cevabı üzerine; Mithat Cemal, daha da şaşırır ve:
“İnsanların birbirlerine verdikleri sözün bu kadar korkunç bir şey olması beni ürküttü” der ve ardından Akif’e esprili bir cevap verir:
“Akif, Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan bana izin ver de ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur.”
Hatta bu söz vermedeki hassasiyetini gören Mithat Cemal sonraki tarihlerde ona söz vermekten çekinir.
Hiç kimse Akif’in verdiği sözden döndüğünü, hangi şartlarda olursa olsun sözünden bir sapma gösterdiğini görmemiştir.”
Mehmet Akif’in çok yakın dostlarından Fatih Gökmen de söz verme konusunda şunları anlatır:
“Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı.
Aramızda geçen bir olayı anlatayım:
Ben Vaniköy’de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim, bu arada. Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. “Selam söyleyin” demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim. “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle, yerine getirilmezse mazur görülebilir.” dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.”
Sevgili dostlar,
Bu iki gerçek kesitten sonra yazı yazmak uygun düşmez elbette. Madem söze bir dörtlükle giriş yaptık, son söz olarak dörtlüğü tekrar edelim ve noktayı koyalım mı ne dersiniz?
Çağrım var, hakikat sözü duyana
İnatla bekler, sabredeni zafer
Sıkı tutun "gel" denince koşana
"Gelirim" deyip gelmeyeni boş ver...