Yüce Allah Âl-i İmrân Sûresi 103. âyette şöyle buyurmaktadır:
﴿وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلَى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَأَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ﴾
“Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'ân'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”
“Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın.” Yüce Allah, bu âyet-i kerîmede topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılmayı emretmektedir. Müfessirler bu âyetteki ‘Allah’ın ipi’ ifadesini Kur'ân-ı Kerîm[i], İslâm Dini[ii], Allah’a verilen ahd[iii] ve iman[iv] olarak farklı şekillerde yorumlamışlardır.
Ancak Ebû Saîd el-Hudrî’den rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Gökten yeryüzüne indirilmiş olan Allah’ın ipi, Allah’ın kitabıdır.”[v] buyurmuştur. Dolayısıyla bu âyetteki Allah’ın ipinden kasıt, Allah’ın kitabı Kur'ân-ı Kerîm olması daha isâbetlidir.
Zira Kur'ân-ı Kerîm, gökten yeryüzüne sarkıtılmış kopmayan sağlam bir ipe benzetilmiş ve ona sımsıkı yapışarak Allah’ın emir ve yasaklarına uyulması emredilmiştir.[vi] Nitekim Allah’ın kitabı Kur'ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılan, hayatını onun emir ve yasakları doğrultusunda düzenleyen insanlar Allah’a yaklaşır. Allah’ın sevgisine ve rızâsına nâil olur.
“Parçalanıp bölünmeyin.” Yüce Allah, Kur'ân’a sımsıkı sarılma emrinden sonra tefrikayı yasaklamaktadır. Çünkü tefrika, parçalanıp bölünmeye böylece helâk olup yok olmaya sebep olmaktadır. Nitekim Yüce Allah, “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”[vii] buyurarak ayrılık ve tefrikayı yasaklamakta ve tefrikaya düşenleri büyük bir azapla uyarmaktadır.
Tefrika, dinde olabileceği gibi toplumsal alanda da olabilir. Dinde tefrika, farklı din mensupları arasında olabileceği gibi, aynı din mensupları arasında da olabilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm’de Yüce Allah, “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!”[viii], “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır.”[ix] buyurmak sûretiyle dinde tefrikayı yasaklamıştır.
İnsanlık tarihi boyunca çeşitli dönemlerde insanlar çok basit dünya menfaatleri karşısında Allah’ın gönderdiği dini bozmuşlar ve kendi fikir ve düşüncelerini din diye insanlara lanse etmişlerdir. Hâlbuki Allah’tan başka hiçbir kimsenin dinde hüküm ve kural koyma yetkisi yoktur.
İnsanların uydurduğu fikir ve düşünceler değil, Allah ve Rasûl’ünün koyduğu hükümler kabul edilmeli ve onlara itâat edilmelidir. Nitekim Yüce Allah, “Allah ve Rasûl’üne itâat edin, birbirinizle (ihtilâfa düşüp) çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[x] buyurarak mü’minleri uyarmakta ve birlik ve beraberliğe zarar verecek davranışlardan uzak durmaya davet etmektedir.
Dinî tefrika zamanla sosyal tefrikaya dönüşebilir. Nitekim tarih boyunca çeşitli sapık mezhepler, tarîkatlar ve cemâatler din adına çıkıp toplumda tefrikaya sebep olmuşlardır. Kur'ân ve sünnet doğrultusunda müsbet mânâda farklı yöntemlerle İslâm’ın mesajını insanlara sunanlar normal karşılanabilir.
Ancak sadece kendi mezhebinin, tarîkatının veya cemâatinin doğru yol üzerinde olduğunu, diğerlerinin yanlış olduğunu belirterek toplumda insanlar arasında düşmanlık duygusunu körüklemeye çalışanlar, tefrika ve parçalanmaya sebep olmaktadırlar.[xi] İslâm tarihinden bir örnek verecek olursak; mescit yapmak hayırlı ve dinî bir faaliyettir.
Ancak Medine Dönemi’nde toplumda Müslümanlar arasında tefrika çıkarmak için mescit yapanlar olmuştur.[xii] Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emriyle o yapılan mescit yıktırılmış ve bu türlü zararlı faaliyetlere izin verilmemiştir. Demek ki toplumda Müslümanlar arasında kutuplaşmaya sebep olabilecek her türlü oluşum, tefrika kapsamında değerlendirilmeli ve yasaklanmalıdır.
İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) de, dâimâ birlik ve beraberlik içerisinde olmayı tavsiye etmiş ve ayrılıktan sakındırarak şöyle buyurmuştur:
“… Size cemâati tavsiye ediyorum. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur, iki kişiden ise uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemâatten ayrılmasın. Her kimi yaptığı hayır sevindirir ve işlediği kötülük de üzerse, işte o, mü’mindir.”
Allah Rasûlü, hakîkî mü’minleri birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir binanın taş ve tuğlalarına benzeterek birlik ve beraberlik içerisinde birbirlerine destek olmayı ve yardımlaşmayı tavsiye etmiştir.[xiii] Yine başka bir hadîs-i şeriflerinde, “Sizden biriniz, kendisi için sevip istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz.”[xiv] buyurmak suretiyle birlik ve beraberliğe vurgu yapmıştır.
Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy da şu dizelerinde birlik ve beraberliğe vurgu yapıp tefrikanın zararını güzel bir şekilde şöyle ifade etmektedir:
Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez,
Toplu vurdukça gönüller, onu top sindiremez.
Sen, ben desin efrat, aradan vahdeti kaldır.
Milletler için, işte kıyâmet o zamandır.[xv]
Tarihimiz birlik ve beraberliğin güzel örnekleriyle doludur. Ecdâdımız birlik beraberlik, kardeşlik, iyilik ve takvâda yardımlaşma ve dayanışma gibi üstün meziyetleriyle dünyaya örnek olmuşlardır. İstiklâl Savaşı’mızda; Sakarya, Çanakkale, Dumlupınar ve yavru vatan Kıbrıs’ta birlik ve beraberlik rûhu bizlere ışık tutmuş, gücümüze güç katıp vatanımızı müdâfaa etmemize ve düşmanlarımızı yurdumuzdan kovmamıza vesile olmuştur.
“Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” Âyetin bu bölümünde Kur'ân-ı Kerîm’in evrensel ilkelerinin inmeye başlamasıyla toplumda ne gibi müsbet değişimlerin meydana geldiğinin hatırlanması istenmektedir.
Câhiliye Dönemi’nde Medine’deki Evs ve Hazrec Kabîleleri birbirine düşman idiler, yıllarca aralarında Buas Savaşları olmuştur. Allahu Teâlâ, “Mü’minler ancak kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin.”[xvi] âyet-i kerîmesini indirmek sûretiyle mü’minleri kardeş ilân etmiştir.
Allah Rasûlü de, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Evs ve Hazrec Kabîlelerini kardeş kılarak birbirine düşman gönülleri kaynaştırmış, aralarındaki kin, nefret ve düşmanlığı sona erdirmiştir.
“Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı.” Tefrika ve düşmanlık hem ferdî, hem de toplumsal mânâda bir ateş çukuru gibidir. Nitekim Yüce Allah, âyette, tefrikayı bir ateş çukuruna benzetmiş ve onlar İslâm’dan önce bir ateş çukurunun kenarında idiler, neredeyse o ateş çukuruna düşüp helâk olarak yok olup gideceklerdi. Allah, onları lütfu ve keremiyle tefrika ve düşmanlıktan kurtarmış, tevhid inancı etrafında birleştirmek sûretiyle sâhil-i selâmete çıkarmıştır.
Günümüz insanları da düşmanlık ve tefrikanın meydana getirdiği âdetâ bir ateş çukurunun içindedirler. Dolayısıyla Müslümanların, gönüllerin kaynaşmasına, düşmanlığın ortadan kalkmasına, birlik ve beraberlik içinde yardımlaşma ve dayanışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaçları vardır.
“Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” Allahu Teâlâ, insanların doğru yola erişmesi için insanlığa göndermiş olduğu son kitabı Kur'ân-ı Kerîm’de hakkı hakîkati açık seçik bir tarzda açıklamaktadır. İnsanlık, bu yüce kitabı okumalı ve ondaki evrensel ilkeler doğrultusunda hayatına yön vermelidir.
Kur'ân-ı Kerîm’e sarılmadan tefrikanın kalkması, düşmanlığın yok olması, kalplerin sevgiyle kaynaşarak İslâm kardeşliğinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Evrensel ilkeler taşıyan Kur'ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmak; tefrikadan uzak durmaya, sevgi ve muhabbetle kalplerin kaynaşmasına, dinde kardeş olmaya, düşmanlıkları ortadan kaldırmaya, insanları hidâyete/doğru yola kavuşturmaya vesîle olacaktır.
Netice olarak diyebiliriz ki, Yüce Allah, Müslümanları Kur'ân-ı Kerîm etrafında birleşmeye davet etmekte, aslâ bölünüp parçalanmamalarını öğütlemektedir. İnsanlık tarihi boyunca birlik ve beraberliğini muhâfaza eden milletler dâimâ yücelmiş ve yükselmiştir.
Bölünüp parçalanan milletler ise tarih sahnesinden silinip yok olmuşlardır. Huzur ve mutluluğa kavuşmak, ancak birlik ve beraberlikle mümkün olur. Nitekim birlik ve beraberliğin olduğu yerde kardeşlik, huzur, mutluluk, rahmet, bolluk ve bereket vardır. Dünya ve âhirette gerçek mutluluk ve huzura ancak birlik ve beraberlik içinde Allah’ın kitabı Kur'ân-ı Kerîm’e sarılmakla kavuşulabilir.
Rableri bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir olan mü’minler, Kur'ân-ı Kerîm’in etrafında birleşerek “Birlikte dirlik vardır.” ilkesini hatırlayıp aslâ bölünüp parça
[i] Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl, (Beyrut: Dâru’l-kelimi’t-tayyib, 1419/1998), 1/279.
[ii] Nâsırüddîn Ebû Saîd (Ebû Muhammed) Abdullāh b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, (Beyrut: Dâru’r-reşid, 1421/2000), 1/283.
[iii] Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl, (Riyad: Mektebetü’l-ubeydân, 1418/1998), 1/601.
[iv] Ebü’l-Hasen Alâüddîn Alî b. Muhammed b. İbrâhîm el-Hâzin el-Bağdâdî, Lübâbü’t-teʾvîl fî meʿâni’t-tenzîl, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1425/2004), 1/277.
[v] Müslim, “Fadâil”, 37; Tirmizî, “Menâkıb”, 31; Ebû Dâvûd, “Fadâilü’l-Kur'ân”, 1; Ahmed b. Henbel, el-Müsned, 3/14, 17.
[vi] Taberî, Câmiu’l-beyân, (Kahire: Dâru Hicr, 1422/2001), 5/645; Kurtubî, el-Câmi li ahkami’l-Kur’ân, (Beyrut: Müessesetü’r-risale, 1427/2006), 5/240; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur'âni’l-Azîm, (Kahire: Müessesetü Kurtuba, 1421/2000), 3/134; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, (İstanbul: Azim Dağıtım, 1992), 2/406.
[vii] 3/Âl-i İmrân, 105.
[viii] 42/Şûrâ, 13.
[ix] 6/En’âm, 159.
[x] 8/Enfâl, 46.
[xi] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, (İstanbul: Bayraklı Yayınları, ts.), 4/274-285.
[xii] 9/Tevbe, 107; “(Münafıklar arasında) bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûl’üne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder.”
[xiii] Buhârî, Edeb, 36; Müslim, Birr, 65.
[xiv] Buhârî, İman, 7.
[xv] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, (İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1987), 241.
[xvi] 49/Hucurât, 10.