Çocukluğumda sonbaharın gelmesini iple çekmeme sebep olan bir geleneğimiz vardı..
O kadar sabırsızlıkla beklerdik ki yaz bir türlü bitmek, Eylül'de gelmek bilmezdi..
Buna “başaklama zamanı” diyorduk..
Başak, malum en çok buğdayın taneli kısmına verilen isim. Ayrıca birçok bitkide filizlenme dönemini de anlatıyor. Dahası Başak burcu var, Başak sarısı var ve kız çocuklarına koyduğumuz güzel isimlerden.
Bilinmez zamanlardan beri bolluğun bereketin simgesi.
Burada anlatacağımız başaksa bambaşka bir olay.
Özellikle doğduğum ve 11 yaşına kadar yaşadığım Nevşehir’in Göre Kasabası’nda ve şu an yaşadığım Avanos’ta hala aynı güzelliğiyle devam eden bu Anadolu geleneğini, öğrendiğim kadarıyla birçok bölgemizde de insanlar sürdürüyormuş. Bedava pazar.. Pazardan tek farkı; kendin topluyorsun..
Yine bolluğun, bereketin, paylaşmanın, olmayana yardımın ve hatta tok gözlülüğün simgesi olarak.
Kime yardım ettiğini bilmiyorsun. Kimden yardım aldığını bilmiyorsun. Bence çok aşağılık bir davranış olan; TV kameraları önünde yoksulları birbiriyle yarıştırıp reklam yapmıyorsun.
Bağlarda, bahçelerde, tarlalarda hasatınızı tamamladıktan sonra tarlada kalan ürünlerin ihtiyacı olanlar tarafından toplanmasına verilen isimdir bu başak zamanı.. Her ürün için geçerlidir.. Özellikle ceviz için ön plana çıksa da, elma, armut, üzüm ve hatta patates için de geçerli bir kadim gelenektir..
Gazel
Eylül’le birlikte başlar yaprak dökümü
Ben bir şiirimde şöyle yazmışım
“Malarya rengiyim şu sıralar,
Bana biraz hüzünsün sen,
Sıtma sarımsın
Fısıltıda bile düşen eğreti yapraklarımsın.
Biraz burukluk, biraz karamsarlık,
Belki biraz ölümsün..
Bahara uyanacak umudum,
Uykudan önceki halimsin.
Sen benim,
Kadife goncalarına çiğ taneleri düşmüş güz gülümsün
Sen benim Eylül’ümsün.. “
Sonbaharın en belirgin özelliği yaprakların sararmaya başlaması. Şimdilerde yapraklar mevsim uzamaları nedeniyle bir türlü sararamıyor. Erken gelen kışların yerini, geç kalan sonbaharlar aldı ne yazı ki. Ağaçlar yapraklarını dökemediğinden kar yağdığında üstlerinde çok daha fazla kar birikiyor ve ağırlığa dayanamayan dallar kırılıyor.
Dökülen yapraklar hazanın işareti. Hazan ise birçok dilde sona yaklaşımı anlatıyor. İnsan ömrünün de son demleri.. Buralarda yaprakların dökülmüş haline gazel deniyor. Gazel, hazanın son perdesi..
Yaprak gazel olmuş durmuyor dalda
Vefasız güzelden bize ne fayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden
denmesi de bu sebepten..
Gazel zamanı aynı zamanda başak zamanı. Eğer gazel süpürmek serbestse, başak toplamak da serbest. Anaların ak sütü gibi helal. Zira zaten gazel süpürürken cevizler, armutlar, elmalar ortaya çıkacaktır. Yaprak döküldüyse üzüm cıngılları görünecek Asmalarda. üzümün sonradan çıkıp salkım olamayan on onbeş taneli küçük meyvelerine cıngıl veya çiltim deniyor.. Bunları toplamak serbest. Bu yolla fakir fukara, bağı bahçesi olmayanlar pekmezini, sirkesini bile yapıyor kıt kanaat..
Gazel henüz sarı ve tazeyken koyunların, keçilerin, sığırların iştahla yediği bir yem o zamanlar. GDO su değiştirilmiş, yaygın deyimiyle modifiye edilmiş hammaddelerden yapılmış fenni yemler yok.. Buğday, arpa, çavdar samanı üzerine, elenmiş unlardan artan kaba kepek, gabırcak denilen fasulye ve nohut kozalarının kabukları, inek patatesi dedikleri küçük boylu ya da bel, pulluk kesiği patatesler katık oluyor.. Olmadı bayat ekmekler. O da yoksa katık gazelden oluyor..
Gazel kuruduysa tandırda, taş fırınlarda yakacak olarak kullanılıyor. Annem çalılardan süpürgeler yapardı. Adı bile gazel süpürgesi. Ağ püren denilen beyaz çiçekli ince ama sert dalları olan bir ot ile adını hatırlamadığım kokulu tohumları olan kahverengiye çalan haki yeşili sert bir çalıdan da olurdu bu süpürgeler. Avanos’ta çanak çömlek fırınlarında siyeçlerle beraber yakılıyor.. Siyeç; bütün çalı türlerine deniyor. Fakirler eşeklerle toplayıp getiriyor ve çanak fırıncılarına satıyor.. Şimdilerde araba lastiği yakıyorlar. Ne kadar is, duman, petrol atığı kokusu varsa doğaya salınıyor.. Gel de arama o güzel günleri.
Ceviz ağacının yapraklarını yemiyor hayvanlar. O sadece fırınlar, tandırlar için yakacak olarak kullanılıyor..
Öylesine hayatla iç içe gazel. Bundandır ki türkülerin vazgeçilmezi.
Bağa girdim üzüme
Çıbık değdi gözüme
Çıbık seni keserim bağlar gazeli
Yar göründü gözüme dünya güzeli
Mahalle taş fırınları var. İmece usulü yakılıyor. Bir yandı mı, mahallenin 5-6 ailesinin haftalık ekmeği pişiyor. Herkes kendi payına düşen gazeli ya da hayvan altı artıkları olan “saçmayı” getirmekle görevli.
Tellal
Peki nereden bileceğiz gazel zamanını.. Ya mal sahibi henüz hasatını yapmadıysa? Ya haramsa toplanılacak ürünler?
Bunun da kolayı var.
Bağların bahçelerin güvenliğinden sorumlu kır bekçileri, sulama işlerinden sorumlu meravlar biliyor bölgelerini. Muhtarlara, koruma başkanlıklarına, şimdilerde belediyelere bildiriyorlar.
Mahallelere tellallar çıkarılıyor.. Genellikle köyün, kasabanın ramazan davulcusu, düğünlerin bayraktarı veya çığırtkanları bu işi en iyi bilenler.
Ellerini ezan okur gibi sağ kulakları ardına siper edip bağırıyorlar
“Eeeyyy ahali! Duyduk duymadık demeyin!
Bağlardan bahçelerden gazel süpürmek serbesttir. Başak serbesttir. Dalları kırmayın. Malınız gibi davranın. Duyanlar duymayanlara anlatsın.. Hala ürününü toplamamışlar varsa toplasın. Yoksa başak sayılır..”
Tellaldan sonra işi ileri götürüp gırgır geçen, kasaba kahvesi önünde elini kulağına atıp, Avanos’ta olduğu gibi;
“ Ey ahali bugün günlerden Perşembe
Herkes ineğini nallatsın” diye "hariçten gazel" atanlarda var. Kahvedekiler hep bir ağızdan;
-Ha lüzumsuz ha! diye çıkışıyorlar.
Belediye hoparlörleri çıktıktan sonra işin zevkinin kaçması biraz da bu yüzden..
Yoksullara, olmayanlara, zar zor geçinenlere yardımın birçok çeşidini bulmuş Anadolu insanı için başaklama; kimseyi incitmeden, hatta yardım yapıyormuş gibi bile davranmadan, işi bir eğlenceye dönüştürmenin yolu, yordamı..
Eylül'leriniz zamanında gelsin..
Osman Yüksel-Avanos