Sevgili okurlarımız. Bu hafta sizlere Hasetlik ve Fesatlık hakkında yazdık. Toplumumuzdaki son zamanlarda çoğalıp giden bir manevi hastalık olan Hasetlik ve Fesatlık Dinimizde haram kılınmış ve Ayet ve Hadislerde bu konu işlenmiştir. Biz Müslümanlar olarak bu hastalıktan kurtulmamız lazım.
Cenabı Allah Yüce kitabımız Kuranı Kerimde Felag Suresi 5.Ayette şöyle buyuruyor.
Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım! [Falag suresi 5.Ayet].
Ayetin Tefsiri: Yani nefsindeki hasedinin gereğini fiile çıkarmaya kalkıştığı, hased ettiği kişiye karşı sözlü ve fiilî zarar verme başlangıçlarını, şer girişlerini tertip ve icraya başladığı zaman şerrinden. Çünkü hased düşüncede kaldıkça hased edenin kendinden başkasına zararı yok demektir.
Haset Nedir?
Ragıb el-İsfehani’nin beyânına göre Haset, bir nimetin hak sahibinden yok olmasını temennidir. Çoğunlukla o nimetin kaybolmasına çalışmakla da beraber olur. Rivayet olunmuştur ki mümin gıbta eder, münâfık haset eder.
Kamus'un ve diğerlerinin beyanına göre de, o nimetin kendisine dönmesini isteyip istememekten daha geneldir. Yani hasette aslolan mânâ bir nimetin, bir faziletin, bir olgunluğun sahibinden yok olmasını arzu etmek, kendisine geçmesini, gerek istesin ve gerekse istemesin, başkasında bulunmasını mutlaka çekememektir.
Öyle ki, "Onunki onda dursun da sana da verelim." deseler memnun olmaz, keşke onunki mutlaka gitse de kendisine hiçbir şey verilmese bile hoşlanır. Özellikle haset olunan nimet, hasetçi tarafından gasp olunmak mümkün olmayan şahsî faziletler ve kendine özgü olgunluklar kabilinden olursa, hased eden o zaman bütün bütün fazilet düşmanı kesilir ve onu kendine döndüremediğinden dolayı hased ettiği kişiyi haksız yere mutlaka yok etmekle teselli bulmak ister.
Hasedin Kaynağı
Hasedin kaynağı, Allah'ın taksimine razı olmamak ve bu taksimi beğenmemektir. Kur'an-ı Kerim bizleri bu konuda bizleri şu ayetlerde uyarmaktadır:
"Yoksa onlar Allah'ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri kıskanıyorlar mı?" Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
Allah Teâlâ dünya düzeni için insanları birbirlerine muhtaç olacak şekilde yaratmış, herkese aynı seviyede vermemiştir.
Allahu Teala’nın rızkı kullarına belli bir ölçüde vermesi de belli bir hikmetin gereğidir:
"Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat o, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir."
Hasedin Tarihçesi
İlk hased ve kibir, şeytanın Âdem’in karşısında benliğe kapılıp Allâh'ın emrini icrâ etmemesiyle vukû bulmuştur. Ondan sonra Âdem’in âsî oğlu Kâbil'in, takvâ sâhibi olan sâlih kardeşi Hâbil'i katletmesi, Yâkûb’un kanlı gözyaşları dökmesine sebep olan Hz. Yûsuf'un kardeşleri tarafından kuyuya atılması ve buna benzer hadiseler hep hasedin bir netîcesi olmuştur.
Hasedin Kötülüğü
Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.
İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
Ehl-i kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler: Hak kendilerine iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar. Buna rağmen siz şimdi af ile, hoşgörüyle davranın tâ Allah emrini verinceye kadar. Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.
Kendisini haset hastalığından korumayı başaran kimsenin cenneti hak edeceğini Peygamberimiz (sas) müjdelemektedir:
Enes b. Mâlik anlatıyor: Biz Peygamberimizle beraber oturuyorduk. Buyurdular ki:
“Şimdi size cennetliklerden bir adam çıkagelecektir.”
Bir de baktık ki Ensar'dan (Medinelilerden) bir adam çıkageldi. Sakalından abdest suyu damlıyordu. Ayakkabılarını da sol eline almıştı. Ertesi gün olunca Peygamberimiz bir önceki gün söylediği gibi söyledi. Yine baktık ki aynı adam bir önceki günkü gibi çıkageldi.
Üçüncü gün olunca Peygamberimiz yine önce söylediği gibi söyledi, derken aynı adam ilk hali gibi çıkageldi. Peygamberimiz oradan kalkınca, Abdullah b. Amr o adamı izledi ve ona:
Ben babamla tartıştım. Üç gün onun yanına girmeyeceğime yemin ettim. Eğer siz, bu süre benim yanınızda kalmama izin verirseniz kalacağım demiş, adam:
Evet, kalabilirsin, diye cevap vermiş. Abdullah onunla beraber üç gün kalmış, fakat gece ibadete kalktığını görmemiş. Ancak, sabah namazına kadar uyandıkça Allah'ı anmış ve tekbir getirmiş. Abdullah: "Onun hayırdan başka bir şey söylediğini duymadım. Üç gün geçince sanki onun amelini küçük görür gibi dedim ki:
Ey Allah'ın kulu, babam ile aramda bir anlaşmazlık yoktur. Peygamberimiz sizin için üç kere: "Şimdi size cennetliklerden bir adam çıkagelecektir" dediğini işittim. Üç defasında da siz çıkageldiniz. Sizin yanınızda kalarak amelinizin ne olduğunu görmek istedim. Böylece sizin yaptığınızı yapmak istiyordum.
Fakat büyük bir amel yaptığınızı görmedim. Sizi, Peygamberimizin müjdelediği mertebeye ulaştıran nedir? Adam dedi ki:
Şu gördüğünden başka değildir. Ben oradan ayrılmak üzere dönünce, bana seslendi ve dedi ki:
O senin gördüğün şeyden başkası değildir. Ancak ben, müslümanlardan hiç kimseye kalbimde hile ve kin tutmam ve Allah'ın verdiği bir hayırdan dolayı hiç kimseye asla haset etmem. Bunun üzerine Abdullah:
“İşte seni bu dereceye yaklaştıran, bizim güç yetiremeyeceğimiz şey budur” dedi.
Rasulullah buyurdu ki:
"Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir.”
"Rasûlullah buyurdular ki:
"Size önceki ümmetlerin hastalığı sirayet etti: Bu, haset ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır.
Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın.“
Rasulullah buyurdular ki:
"Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekâbet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın emrettiği şekilde kardeş olun.
"Rasulullah’a: "En efdal insan kimdir?" diye sorulmuştu. Rasulullah şöyle cevap verdi:
"Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes"
Ashab: "Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu'l-kalb ne demektir?" diye sordu. Rasulullah buyurdu ki:
"(Mahmüm kalb), Allah'tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur."
İmrenme – Gıpta:
Hasedin bir çeşidi daha vardır ki, buna "münafese" denir. Münafese, başkasında olan bir olgunluğa, bir iyiliğe imrenip ona yetişmek veya ondan da ileri gitmek için yarışmak demektir. Haset ile arasındaki fark açıktır. Haset eden olgunluk ve kemale düşmandır. Haset ettiği kimsenin zarar görmesinden, eriştiği nimetin yok olmasından memnun kalır. Bunu göremeyince de rahatsız olur. Halbuki imrenen ise, aksine olgunluğa aşıktır. O, karşısındakinin aşağı düşmesini değil, kendisinin de onun gibi olmasını, hatta daha da ileri gitmesini ister. Bunda yarışma ise makbuldür. Çünkü Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de: "Ona imrensin artık imrenenler" (Mutaffifin, 26) buyurmuş ve bunu övmüştür.
Abdülkadir Geylani’den Haset Edene Tavsiyeler:
Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasedli bir haldesin; onun yemesini çekemiyorsun, içmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O, Mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor?..
Bilmiş olman gerek ki bu halin îman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni, Allah'ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahî gazabı üzerine çeker. Peygamber Efendimiz, kudsî hadisiyle hasedi şöyle anlatmıştır: - "Hased eden nimetimin düşmanıdır."
Ayrıca Peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:
- "Hased, iyilikleri yer; ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir."
Zavallı! Neye hased ediyorsun, sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi. Allah'ın verdiği nimete nasıl hased edersin? Allah-ü Teâlâ:
- "Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık." Diye haber vermiştir.
İlahî nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti içinde kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir. Herkes nasibini bulur.
Bu halinle o kadar akılsız bir duruma düşmektesin ki senden daha akılsız, daha cahil, cimri ve zalim görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun? Bu o kadar cahilliktir ki tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa, başkasına gidemez. (Hâşâ) Allah'a mı kin tutuyorsun? Halbuki Allah-ü Teâlâ:
- "Emrim değiştirilemez. Ben, kullara zulüm etmem'
Buyuruyor. Allah, sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez, bunu böyle bil. Aksini düşünme; cahillik etme.
Allah'ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulümdür. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünkü o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden, Semud, Kisra, Kayserlerin elinden geldi. Bir zaman bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun malı, onların malının milyonda biri olur.
Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer o adam Allah'ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını Ödeyemiyorsa, onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah nimeti kendi yoluna sarfedilsin diye verir. Aksi halde nimet bir felaket olur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor:
- "Kıyamet gününde birtakım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep zavallı kimselerin dünyada çektikleri belâ yüzünden orada aldıkları sevabı görüp imrenmeleridir."
O gün senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü buraya nispetle elli bin senedir, işte O, dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder, sıkıntılara göğüs gerenler orada mes'ud olur, sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz dikmeden yaşadığın için orada tam afiyet buldun.
İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine darlığını, başkasının genişliğine; düşkünlüğünü, başkasının iyiliğine tercih edenler öbür âlemde arşın gölgesine sığınırlar.
Sana en büyük tavsiye: Belâya sabret, nimetlere şükret ve her işini ulvî gök kubbesini Yaradana ısmarla.
Kısaca biz insan olarak hasetlikten , fesatlıktan ve birbirimizi çekememezlikten kendimizi kurtarmamız lazım.
Allah bizi bu manevi hastalıktan muhafaza eylesin.
ALİ ÖZCAN / NEVŞEHİR