Eski bir masalın avlusunda demlenirken hüzünler. Yangında ilk önce kurtarılacak bir bakışla düşersin yollara. Bakışının önünde ceketini ilikler bütün gözler. Artık kartalların kanadında dilinde özgürlük türküleri yol alırsın Anadolu´ya.

Anadolu karlı dağlarla karşılar seni. Eteklerinde yağmur sesli çocukların gülüşlerinden dökülen kırmızı yapraklar birikir. Dağların kalbini yaran bir Ferhat edasıyla Şirin´ine kavuşmak için vurur gürzünü kayaların bağrına.

Güneşin kalbine yolculuk yapan simurg kuşlarının yanan kanatlarını andırır biten ömrün neşvesi. Sahilsiz denizlere doğru kulaç atar yorulmuş kollar. Şehir eski bir uykunun koynunda yepyeni rüyalara gebedir.

Kızılırmak bir özlemin adıdır artık. Dağların bağrında yazılan mektubu Karadeniz´e ulaştırmak için yola çıkmış suların damarlarında akan bir kandır. Her şeyin bir hafızası vardır. Suların anılarını okumak isteyen herkes Avanos´ta bir ırmak akşamına demir atabilir. Burada sular sanki Hacıbektaş´ta Hünkâr´ın eteğini öpmek istercesine akar Gülşehir´e doğru. Hünkâr´ın elleri öksüz çocukların başını okşar gibi okşar saçlarımızı.

Hacı Bektaş´ın kapısında büküp boynumuzu Ahi Evran´ın kapısına doğru yol alırız. Üçler yediler kırklar gelir soframıza. Sararmış bozkırlarda ağır ağır giden bir kervanın izlerine karışır ömrümüzün izi. Zaman durgun bir denizi andırır. Burası bozkırın sakin çocuğudur. Tevekkül başaklarını yolar sabreden eller. Güneşin doğuşuyla başlayan gün akşamın son ışıklarıyla yerini helalinden kazanılmış bir somuna bırakır. Buğusu tüten ekmeği böler gibi ümitlidir artık eller.

Anadolu aynı zamanda dağların çocuğudur. Karşısında Hasan Dağı´ndan esen rüzgârlara göğüs geren bir eski kervansaray durur. Yolların çatallaştığı yerde bir derviş çıkar gelir.

Heybesinde cennetten akan ırmakları gezdiren bir Yunus Emre, ceylanlarla aslanları birlikte gezdiren bir Hacı Bektaş gelir dost meclisine.

Ali Bey Camisinde sabah ezanı okunurken serçelerin şarkısıyla uyanırsın. Kurşunlu´da öğlenin sükûneti karşılar insanı. Kaleye doğru lale devrinden kalmış bir çeşmenin kırılmış kurnasına bakar bakar ağlarsın. Yıkılmış evlerin önünde yitik günlerin hafızası birden canlanır.  Nevşehir dertli bir ana gibi kaybolmuş zamanlara yas tutar durmadan.  

Zaman eski bir evin önünde ak saçlı bir anne gibi oturur. Elinde yün eğirdiği bir kirmenle döndürür günlerin çarkını. Eski evlerde ilmek ilmek halı dokuyan elleri arar. Eski halıların yüzünde halı dokuyan gelinlerin desen desen yüzlerini. O günler hiç gelmemek üzere çoktan gitmiştir artık.

Nevşehir Müslüman bir şehirdir. Gözlerinde kıbleyi arayan bir bakışla tavaf eder günleri.

Anadolu´ya gürbüz atlarla gelen gazi alperenlerin cengâverliğiyle bakar dağlara. Evet, burası Anadolu´dur, Türk ve Müslüman olmanın izzetini taşıyan Allahtan başkasına eğilmeyen başların memleketidir. Her tarafı şehitlerin kanıyla sulanmış yazılmamış nice destanların yurdudur.

 

Mehmet BAŞ