Duyguların, inanç örtüsüne bürünüp şiddetli sosyal algı rüzgarına dönüştüğünde; akıl, bilgi, deneyim, analiz ve diğer bilimsel metotlar yer ile yeksan olur. Hayır deme cesareti gösterenler bedelini canları, itibar ve mallarıyla ödemek durumunda kalırlar. Hayır diyen, ister Padişah isterse Cumhuriyet döneminin yüksek Bürokrat, yönetici olsun, tarih boyunca böyle olmuştur.

Neden derseniz, yazılamayacak kadar çok nedeni var. Her şeyden önce milleti oluşturan halkın eğitim, bilgi birikimi ve düşünsel mantık algısının az gelişmiş pratik zeka, mesleki olgunluktan yoksunluk, duygusal mantığın akıl ve bilginin önüne geçmesi gibi sayılamayacak kadar çok sebebi var.

Bakın şimdi; Batının, bize göre “Müslüman, Türkler, daha doğrusu Ortadoğu, Asya” inançları özürlü, Kiliseleri nerdeyse çoğu kapalı, gerçekçi güncelliğini koruyan kitapları yok, Peygamberleri güncel değil. Keza birçok sakat yanları var.

Bunun yanında, Batının elinde Batı’yı Altı yüz yıl boyunca galip getiren, üstün kılan varlık, akıl, bilgi, tutarlı mantık, düşünce ve bunun ürünü teknoloji var. Oysa Kuranı Kerim “büyük kitap” özünde, insanlara akılı, bilgiyi, düşünceyi telkin etmekte.
Buna rağmen Türkler, içi boş sloganları kendilerine dayanak edinmekteler.

Doğrusunu söylemek gerekirse “beni taşlamaz iseniz” sen o, okunan ezanın özüne vakıf değilsin ki.
Sana, orda yükseklerde kulağına hoş gelen sevdiğin mukaddes ses gelsin aklınca, Allah’ı kandıracaksın. Eğer sen o, ezanın sahibine inanıp O’nun öğretisini, yol haritasını rehber edinsen “ bugün yüzlerce yıl Batının egemenliğine, emperyalist politikalarına mağdur kalmazsın.

Yol haritası derken kastettiğim, İslam’a yakıştırılan bağnaz klasik şeriatçılık ve buna bağlı Arap kültürü değil; akıl, bilgi, çalışkanlık ve dürüstlük.
Hatta; İslam’ın, Kuran’ın yol haritası nedir biliyor musunuz.
“ inşirah süresi - Peygamber’e atfen, tüm Müslüman, Müminler için bu suredeki ayet aynen yol haritası olduğu gibi; Kuran’ın ve O’nun Peygamberinin gerçekçiliğinin kanıtı mahiyetinde. Mealden bakmanızı tavsiye ederim. Ayet, Peygamberimizin Elçiliğe mazhar olduktan sonraki Allah’ın lütuf, ihsanını anlattıktan sonra; her zorlukla bir kolaylık vardır “ tekrar” evet her zorlukla bir de kolaylık vardır- çalış, yorul, dinlen ve tekrar yeni bir işe koyul, Rabbine rağbet et. “ diye Allah çalışmayı, işteki, üretimdeki sürekliliği salık vermekte.

Durum böyleyken, Ortadoğu insanı malum; çalışmayı sevmediği gibi israf ve lüksten, konfordan da geri durmamakta... O zaman da Batı diye nitelediğimiz, geçeyi gündüze ardından da gündüzü geçeye katan ve aklını, mantığı yüksek derecede kullanan, bilimin öğretisini rehber edinen toplumlar hak ettiği seviyeye ulaşmakta. Yani ahbap çavuş yarenliği yok...

MHP, AF TEKLİFİNİ MECLİS GÜNDEMİNE TAŞIMAKTA

Bu politika sosyal bir zorunluluk mu? Akademik bir analizin gerekliliği mi? Yoksa ahbap çavuş kayırması, yerel seçim aşamasında popülist bir eylem mi? Affetmek, inancımızın da bir gereği ulvi bir duygu ancak, gelin görün ki, daha evvel ki suçlulara getirilen yapılan af, suçun tekrarlanmasında, yaşadığımız toplum da, yaşanılan acıların, trajedilerin tekrar yaşanılmasından başka bir işe yaramamış; sonradan işlenecek suçların, planlanan suç eylemin af edilirim, af çıkar, çıkacak hesabı suç eyleminin öngörüsü olarak kabul edilmiş adeta, suçun sürekliliğine, artışına katkı sağlama güdüsü taşımaktadır...

Hiç değilse bu af kavramının bilimsel bir yanı olsun; affedilecek mahkûmların dışardaki yaşama uyum sağlayabilme şartlarının oluşup oluşmadığı, bir sağlık kurulu heyetince “psikolojik ve uzman sosyolog, pedagog kurulunca olur alınması yoluna gidilsin” bu şekil de içerdeki insan da kendisine iyileşme rolü kazanmış olur. Umarım taklit, tahkime dönüşür.

Özellikle içerisinde bulunduğumuz dönem; toplumda iletişim lisanının şiddet içerikli olması ve bu durumun artarak devam ettiği sosyal yaşam da, af kavramı ne gibi katkı sağlar varın siz yorum yapın.

YEREL SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN SİYASET

Doğrusu zor politik bir süreçten geçiyoruz. AKP’nin Başkanlık sistemi yeni politikalarına çiçeği burnunda hükümet ile başlayacak derken; önümüz de döviz krizini bulduk. Kısa vadeli yabancı para cinsinden dış borç ödemesi ve bu ödeme miktarının da yüksek meblağlar da olması ülkeyi döviz dar boğazına soktu. Yükselen kur, iç piyasada da istenmese de fiyat artışına, enflasyona neden olmakta. Yalnız, yaşadığımız, yaşayacağımız şartlar ne kadar ağır olursa olsun millet olarak üstesinden geleceğimize inanıyorum, başka çaremiz yok, ya başaracağız ya başaracağız, alternatif yok.

Dikkat edilmesi gereken şey; karşılaştığımız sorunlar karşısında samimi olmamız, hedef saptırmadan realiteyi bütün çıplaklığı ile kabul etmek, ültimatonsuz milletçe taşın altına elimizi değil başımızı koymamız.

Osmanlı döneminde, Padişahlar böyle durumlar da milli, toplumsal birliği, katkıyı sağlamakta Tanrı’nın Halifeliğine başvurmuşlar bu, hezeyan: durumu, daha da kötüleştirmekten başka işe yaramamış. Günümüzde de dış mihraplar, etkili çevreler gibi hedef saptırmak yanlışından vazgeçmeliyiz. Kısa vade de gerektiğinden fazla dış ticaret açığı verdik, dövizle borçlandık ve geri ödeme için Ulus olarak döviz açığımız var ve bu durumu oluşturacağımız etkin politikalarla üstesinden geleceğiz gibi, gerçekçi kabul edilebilir mücadeleye dönüştürmeliyiz diye düşünüyorum.

Yerel seçimler yaklaşırken iktidardan çok muhalefetin işi daha zor. AKP’nin ortağı MHP, bu biliniyor ve birlikte duruma göre iyi iş çıkartıyorlar. Birlikte girdikleri her seçim de galibiyet ile çıktılar.
Ancak, muhalefet kanadı öyle değil keza, bölünmüşlük hakim. CHP her şartta HDP ile ittifak yapsa terör yandaşı olmakta. Diğer yanda İYİ parti ittifakı da FETO’culukla suçlanmakta...
Doğrusu muhalefet kendisine nasıl bir yol haritası oluşturur bilinmez. Her şeyden önce CHP, yerel seçimlerde seçimden önce öyle bir strateji belirleyecek ki; bu strateji CHP’yi yerel seçimlerde galibiyete götürsün ve gelecek Genel seçimler için dayanak olabilsin.