Şark Doğu kültürünün “daha doğrusu bilginin, eğitimin hâkim olmadığı coğrafyalarda tarikat kültürünün daha derin, etkileyici, reflekslerinin daha güçlü olduğuna tanık oluyoruz.” Tarikatçılık, dinsel inançsal temellere dayandırıldığı gibi sosyolojik boyutunun varlığı da kaçınılmaz. Toplu halde yaşamanın gerektirdiği sosyal alanda yaratılan felsefenin kendisine üye edinerek sınıf oluşması veya cemaat oluşması.
Dünyanın neresine giderseniz gidin bu Tarikat, Cemaat örgütleşmesiyle karşılaşıyorsunuz. AB ülkelerinde çok yoğun olmasa da tarikat ve cemaatler var. ABD’de tarikat örgütlenmesi AB’ye oranla kıyas kabul etmeyecek sayıda çok daha fazla. Ayrıca ABD’ ki tarikat örgütlenmesi toplumu var eden tüm sosyal sınıflarda yer bulmuş durumda. Sinema, akademik çevre, sanat camiasından tutun da iş çevrelerine kadar tarikat mensubu müritler boy göstermekte. Türkiye’de yeni deşifre olan Adnan Hoca Tarikatı’nın neresinden baksanız olumlu hiçbir yanını göremiyorsunuz.
İşin daha ilginç, enteresan yanı dudak ısırtan, akıl tutulması yaşatan tarafı; Adnan Oktar Tarikatının üyesi Türkiye’nin seçkin Üniversitesinin başarılı mezunları olduğu gibi çok iyi derecede de yabancı lisana hâkim insanlar. Bu durumun bir benzeri de ABD’de, burada ki tarikat mensupları da zengin ve kariyer sahibi insanlar. Daha ötesi biz deşifre olan yanını, müritlerini tanıyoruz, birde görünmeyen sosyal politik, siyasi, bürokratik yapılaşması var.
Daha Uzak Doğuya gittiğimiz de; Doğu’da tamamen standart dışı mistik, ütopya, ruhani güçler içeren tanrısal gücü temsil eden Tarikat Liderleri ve Tarikatlar diyarı olduğu gibi, bu coğrafyanın tarikat örgütlenmesi doğrudan tanrısal, dinsel inanca da dayandırılmakta. O zaman bu durumu nasıl açıklayıp tanımlayabiliriz, doğrusu sıkıntılı bir durum. Neresinden bakıp bir tespit değerlendirme yapalım istesek çok farklı anlamlı yâda anlamsız saptamada bulunmuş oluruz. Doğrusu, değerlendirip anlam kazandıracak bir durum da değil. Hiç de beni bağlamaz diye düşünüyorum. Türkiye’nin büyük çoğunluğunun, Cumhuriyet’in yol haritası “Tarikatımız” Atatürk’ün ifade edip, dinimiz, Kutsal Kitabımız Kuran’nın da doğruladığı realite nedir? Biliyoruz ki akıl, bilgi, pozitif bilimin aydınlattığı realite ve Cumhuriyet Başkaca şeye de aklım ermez.
Şimdi gelelim asıl meseleye; Türkiye’de geçmişi uzun yıllara dayalı bu tarikatlaşma kültürü siz tarikatın tam karşısında olsanız da aslında, bir tarikat, cemaate kültürünün ürünü olduğunuzu inkâr edemiyorsunuz. Bunu neden söylüyorum. Demokrasi, Cumhuriyet, Laiklik diyorsunuz ama bir bakıyorsunuz ki; sizin modern örgütünüz, şirketiniz, kamu kurumunuz, siyasi partinizin iç dinamiklerine baktığınızda bir Tarikat yapılaşması, kültürüyle karşılaşıyorsunuz.
Nasıl oluyor bu durum? Şöyle, tarikatta şeyh değişmez, müritler değişir, müritlerin işlevselliği değişir. Şeyh, ölmediği ve/veya kendi iradesiyle ben gidiyorum demediği sürece “ben hiç duymadım, ben gidiyorum diyen Şeyh’i” postinişe oturan Şeyh gitmiyor. Benzeri durum istemesek de siyasi kültürümüze yansımış durumda. Şimdi siz bu duruma, her ne kadar demokratik örgüt olarak tanımlasanız da içeriği Tarikat/Şeyh şemasını çağrıştırıyor. Çünkü postinişe oturan Lider/yöneticiyi değiştirme refleksimiz henüz demokratik kurumlarımızda gelişmemiş durumda.
24 HAZİRAN ÖNCESİ/SONRASI
24 Haziran Türk siyasi hayatında olduğu kadar Cumhuriyetin demokratik yapısında önemli revizyonu içermekte. Revizyon diyorum, köklü değişim farklı yapılanma demiyorum. Çünkü amaç değişmediği sürece araç değişimi revizyon kabul edilir. Eğer anacınız siyasette monarşiyse isterse aracınız demokrasi olsun. AB ülkelerinde monarşik yapının içinde gelişmiş demokrasi örnekleri var. Bu bağlamda Türk siyasi tarihine de 24 Ağustos demokratikleşmemiz açısından umarım yeni milat kabul edilir.
Gözümüz bir yandan CHP’nin politik vizyon değişiklik talebini gözlemlerken diğer yandan daha dikkat çeken ilgiyle AKP’nin yeni değişim politikalarını izlemekteyiz. Yeni yasalaşan ve onlarca madde içeren torba yasalar çıkmakta. Ve bu torba yasalarla hayatımızda değişiklikler olmakta. Yerel yönetimler Valilik bünyesinde güçlendirilmekte, Ohal’in kalkmasıyla birlikte yargıda yeni uygulamalar gündeme gelmekte.
İlla, ülkenin yaşayan canlılık sinerjisi var günün getirdiği talepleri karşılamak yurttaşın toplumun taleplerini doğru tespit etmek ve gerektiği ölçüde karşılamak siyasetin amacı, bu işin aracı da Siyasi Partiler ve seçimle oluşturulan Hükümet. Demokratik kurumlarımız, Hükümet ve Siyasi Partiler yöneten, yönetilen bir sistemi ilke edinir ve bu amaca yönelik politika üretilir.
Ne demek, yöneten ve yönetilebilen demokrasi, sistem? O da şu; yaptığınız yasalarla devletin kurumlarıyla yürütmeyi çalıştırırsınız” müdahil olmadan” daha sonra O yapılan yasa “ yasayı yapanlar” size hâkim olup etkisi altına almaması için, tekrar yeni yasa yapabilme iradesini elinizde tutmanız gerekir ki bu durumda yönetilebilen sistem demektir.
Eğer siz yaptığınız yasayı revizyon yapmak veya değiştirmek ihtiyacı duyduğunuzda eğer Mecliste 3/2 sandalye çokluğu veya daha fazlasını şart koşarsanız, O zaman yönetilemeyen sistem yaratmış olursunuz. Bu yarattığınız sistem size hükmeder ve bu durum yürütmenin elini, ayağını bağlar. Hukuk dışı politika üretmek durumunda kalabilirsiniz ki. Bu durumda toplumda sisteme olan tüm güven duyusunu, saygınlığını yok eder.